Modern toplumun dayandığı ahlâkî kurallar ve modern dünya görüşünün yayınlamasını temin eden yapısal formlar, yüksek bir medeniyetin erdemleri yahut evrensel değerler olarak tüm insanlığa dayatılan normlar, söylendiği gibi hiçbir zaman evrensel değer falan olmadı. Yeryüzünü kendi tapulu malı gibi gören, dünyayı tüm üstündekilerle birlikte yutmaya hazır vahşiler sürüsüne, Protestan ahlâkı ve kapitalist ruhu benimsetme yolunda verilmiş tavizlerdi, öyle de devam etti. Kapitalist sistemin başarı performansına bağlı olarak, demokrasi idealleriyle uygulamalarının geçirdiği büyük değişim paralelinde verilen tavizler değişse de, taviz olma nitelikleri değişmedi. Ne adına ve kimin için hak olduğu belirsiz “hak”larla hakikatin üstünü örten; insan haklarına kof göndermelerle dünya üzerinde güç kullanma tekelini meşrulaştıran, “olması gereken”in “olan”a uydurulduğu bir dinamik olarak kaldılar.
Yeni sistemin yeni yapıları kurulurken, modern devlet yapısıyla birlikte, İlâhî düzenden kesin bir kopuşun ifâdesi olan bu ruh ve ahlâk da çözülüyor. Büyük sermayedarlar ve dijital teknolojinin sahibi olan yeni müttefikleri endüstriyel toplumları dönüştürme, ahlâkî, siyasî ve sosyal düzeni bilgiye dayalı ekonomi ekseninde değiştirme, insanı ele geçirme derdindeler. Dolayısıyla, modern dünyanın varlığı yoklukta tüketen ve yokluğun tokluğu içinde beyaz bir hayatla yuvarlanıp giden insanı, yeni sitemin yeni yapılarına uygun tutum ve davranış alışkanlıkları edinmek zorunda. Pandemi süreci bunun ilk adımıydı. Küresel ısınma, iklim değişikliği de gıda zincirinde kopukluk gibi, insanlığı çaresizliğin ezilmişliği içinde bırakan “şeytanî plân”larla artarak devam edecek.
Ne var ki, Batı kültürünün ve insanının yaşadığı bu tükeniş ve yücelemeyiş, günümüze kadar artarak devam eden ahlâkî gerileme ve çürüyüş, çeşitli kültürlerin bundan önceki yozlaşma ve soysuzlaşmalarından çok farklı ve çok daha önemli. Çünkü Batı medeniyeti insanı düşünemediği gibi; evrensel değerler olarak tüm insanlığa dayattığı normlar da, emperyalist propagandanın hükümsüz kıldığı ahlâkî ve kültürel değerlerden boşalan alanı dolduramadı… Yasal olan ahlâkî olanın, çıkar ilkenin önüne geçti, ruhlarda hiçbir istinad noktası kalmadı. İlâhî düzene isyan ve itaatsizlik, kendi yasalarını kendi koyma küstahlığı, zihnî çözülüş, ruhî çöküş ve ahlâkî çürüyüşü de beraberinde getirdi. Acıyı da günahı da benimsemekten uzak Amerikan ruhsuzluğu kitleleri teslim aldı… İnsanın kendisi tükendi, artık yücelemiyor. Daha da vahimi ve Batı Uygarlığı’nı çeşitli uygarlıkların çöküşünden farklı kılan en önemli unsur; yeni çağa yeni ruhunu verecek, “Kurtarıcı Fikir”leriyle bizleri bütünleyecek “bütünleyici”lerin artık yetişmiyor olması. Yetişenler de ruh ve yaratıcılıktan yoksun… Ruhen kurak ve çorak, ruhî armonilerden uzak, ruhu olan her şeyi susturup mekanize bir formül içine hapsetmekle yetinen basit ve devşirme ruhlar.
Dolayısıyla, sorun her şeyden önce ahlâkî ve “âhlâkî diriliş” tüm insanlığın en acil ihtiyacı… Medeniyetin dayandığı diğer tüm kurucu unsurlar düzenli biçimde çalışıyor olsa bile, ahlâkî temel sağlam değilse, çöküş kaçınılmazdır. Çünkü, ahlâkî çöküş tüm üst kültürel sistemin de çöküşüdür… Ahlâk-dışı bir uygarlık anlayışının gelişimi, ister istemez, çöküşün en önemli habercisi olan kurumsal dejenerasyona yol açacak, kitleleri uyuşturan ve yozlaştıran popüler kültürün üretimine ve desteklenmesine çanak tutacak, hayat popülerleştikçe ve dünya sanallaştıkça, ahlâkî değerler de ruhsuz bir ceset gibi çürüyüp kokuşacaktır.
Çünkü, hayatı düzenleyen normlar ve sürekli akış içindeki hayatı kuşatacak olan formlar bilime değil, dine aittir. Oysa, bilimsel zihniyetinde boğulan Batı Uygarlığı’nın evrensel değerler olarak tüm insanlığa dayattığı normların da; Taoizm, Budizm ve Konfüçyüsçülük gibi ahlâkî nihilizmin zâfiyetiyle malûl dinsel örgütlenmelerin de dayandığı temel kaynak, dış dünyanın bilimsel bilgisidir. Dolayısıyla, bilim denilen bilginin sığlığına ve zavallılığına mahkûm, fikrin ispatı için “gerekli olan” model şartından mahrum bu ahlâk ve dünya görüşleri yetersiz, kutsal olmayan bir alanın nitelikleri üzerine ahlâk kurma niyet ve gayretleri geçersizdir. Temel yahut istinad noktası olarak da, yol gösterici ve denetleyici olarak da işe yaramazlar. Söylem olarak ahlâka gönderme yapsalar da, korudukları hukuk sistemi ve yasal açıdan neyi savundukları gayet açıktır.
Dolayısıyla, akıllıca olan, hakikate ulaşmaya çalışan insana yaraşan yegâne şey; bilginin tek, çokluğun bilenende olduğunu ve tek olan bilginin Allah ve Resûlü’nün bildirdikleri olduğunu bilmek, Mutlak Ahlâk’ın timsâli Allah Resûlü’nün aklî ve ahlâkî melekelerine istidadı ve marifeti nisbetinde ünsiyet kesb etmeye bakmaktır. İslâm nuruyla aydınlanmış bir akla ve iyi ahlâka sahip olabilmenin, “aklın duracağı ve aklın at koşturacağı alan”ı doğru belirleyebilmesinin tek yolu budur. Çünkü, akıl ancak bu nur ile insana kader ve istidadına göre yardımda bulunacaktır.
Şöyle ki, insanın hafızasındaki anılar, kafasındaki düşünceler ve kalbindeki duygular aklın nurlarından bir nurdur. İnsan hayrı irade ettiğinde, akıl murad edileni kendisine gönderir, sebeplerini de hazırlayıp sunar. O kadar ki, insan bu ihsas ve sebeplere mebnî olarak, iyi, doğru ve güzeli idrak seviyesine yükselir, gözünde yuvalanan nur üzerine düştüğü her şeyi hayra tebdil eder. Buna mukabil, insan şerri, günah ve haram olanı irade ettiğinde, akıl murad edileni kendisinde ortaya çıkarır, sebeblerini bulma fikrini kendisine verir. Aklî ve ahlâkî pejmürdeliğinden dolayı da, kötülükten ve karanlıktan başka bir şey göremez. Çünkü; “göz ruhun penceresidir” ve her ruh seyrine daldığı şeydir, ona dönüşür. Ancak, müşahede sahibinin bilgisinin artması ve müşahede ettiği şeyde isabet etmesi, müşahede açısının doğruluğu, derinliği ve genişliği nisbetindedir. Tüm bu hususiyetler üzerinde belirleyici olan da müşahede de bulunanın, Allah’ın güzel isimlerinin sırlarına ve nurlarına olan ünsiyeti kadardır.
Dolayısıyla, ikili yahut üçlü “bilgisel korelasyon”la, insanlığın en acil ihtiyacı olan “ahlâkî diriliş”i temin edecek, çağın bunalımını sona erdirecek bütüncül bir yapı kurulabileceğini ve bu yapının eşya ve hadiselerin teshirinde tam bir tanıma sağlayacağını ummak, nafile bir bekleyiş olacaktır. Bu sebeble, yeni ve muhteşem bir çağın kapısını açacak, “gelecek yeni kültür”, “Mutlak Fikir”in yol göstericiliği ve denetleyiciliğinde gelmeli, hayata tatbiki, İslam’a Muhatap Anlayış’ın “vasıta sistem”i “BÜTÜN FİKİR”in rehberliğinde ve denetleyiciliğinde gerçekleşmelidir…
Bunun dışındaki tüm oluşumların, “olması gereken”in “olan”a uydurulduğu bir dinamik olmaktan öte bir anlamı yoktur. Zira “Mutlak Fikir”in yol göstericiliği ve denetleyiciliğinde olmayan, parça parça ve ayrı ayrı yollardan elde edilen hakikatlerin zihnî inşâıyla oluşturulan yapılar bütüncül olamayacağı gibi, bu tür yapılarla bir ve bütün olan âlemi birlik ve bütünlüğü içinde kuşatmak, bütün bir dünyanın karşısında bütün bir insan olarak durmak da mümkün olmayacaktır.
Mevlüt Koç
Aylık Dergisi 206. Sayı, Kasım 2021.