Bilgi Nedir?
Bilgi meselesi bir mevzu olarak felsefede yer almasını sofistlere borçludur. Epistemoloji teriminin ilk ortaya çıkışı J. F. Ferrier’e isnat edilir.
Felsefenin bilgiyi konu olan temel dalı epistemolojidir. Yunanca episteme ve logos kelimelerinden meydana gelmiştir. Episteme “bilgi”, logos ise “araştırma, etüt, mütalaa” mânâsına gelir. Epistemolojiye İslam tefekküründe nazariye-i marifet denilmiştir.
Epistemoloji 19. asrın ikinci çeyreğine kadar bir bilgi kolu olarak ortaya atıldığı için kendine has bir mevzu olarak incelenmemiştir. Bilgi teorisi felsefeyi teşkil eden üç konu olan varlıkçılık, değercilik ve bilgicilikten biridir. Bilgi teorisinin incelenmesinde felsefi yöntemler kullanılmış ve metafizik problemler ortaya koyulmuştur. Bundan dolayı bilgi teorisinde bilginin önce mümkünlüğünden bahsedilmiş ve “Mümkün müdür?” sorusu sorulmuş, eğer bilgi mümkünse “Bilgi nedir, bilginin mahiyeti nedir ve bilginin kaynağı nedir?” soruları sorulup incelenmiştir. Bilgi hakkında bu soruları sormadan, bilgi teorilerine bakmadan önce bizlere ışık tutması için İBDA Mimarı Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun Kültür Davamız eserindeki bilgi mevzusuna göz atalım:
“Bilgi, hem düşünce faaliyetinin ürünü, hem de faaliyet için gerekli olandır. Başka bir ifade ile düşünme faaliyeti bilgi ile mümkün olduğu gibi bilgi de ancak düşünme faaliyeti ile elde edilebilir…
Bir şeyin daha farkındayız ki, bilgi, bilen için vardır ve bilgiden bahsedildiği zaman bilinen sözkonusudur. Bilen, eğer bilgisi olmasaydı faaliyette bulunamayacaktı. Bilinene ait bilgisi olmasaydı, faaliyetle bilinene ait bilgiye varma bilgisi de olmayacaktı. Öyleyse önce bilinene ait bilgi; faaliyet buna bağlı…
Bilinen, bilen için mümkün olduğuna göre, bilenin mahiyeti söz konusu… Sonra da bilinenin mahiyeti…
Ruh hem bilen ve hem de bilinen…
Ruhun ruhla sezilişi halinde bilenin bilinenden devşirdiği bilginin ötesi, imkan ve ihtimaldir; meçhuldür…
Bilinen, keşfedilmiş bilgi olarak bilende, kendi için bilgi ve kendi dışında bilgi olarak ikiye ayrılır; bilenin kendinde bilgisini gözönüne alırsak, ikisi de içe dönük olmak üzere bilgiler bu üç ayırım içinde yer alır. Bütün bilgiler bu üç temel ayrımın mevzu ve şubeleri içinde…”
Mirzabeyoğlu’nun Büyük Muztaribler eserinin ikinci cildinde bilgi teorisi üzerine şu tanımlamaları yapmaktadır:
“Bilgi teorisi: İlmiyyat: Marifet bahsi, araştırması… “Bilgi Teorisi”, doğrudan doğruya “bilgi” vakıasını, “bilme” hadisesini inceleyen bir genel ilim dalıdır, bilgi ilmidir. “Bilgi vakası nasıl gerçekleşiyor?”… Bu soru, bilgi’nin özü, kaynakları ve sınırı meselelerini kapsar. Diğer taraftan tahaddusi ilmi… Tahaddüs: Yok iken peyda olmak. Ortaya çıkmak. Meydana gelmek. Olmak. (Varlık) Sezgi… Yani, bilgi vakıasının varlık değeri bakımından eleştirisi… Bunun yanında, “bilen”le “bilinen” arasındaki ilişkilerin ne olduğunu inceler. Aynı şekilde; bilgi’nin kaynağı üstüne görüşler ileri süren akılcılık, duyumculuk, sezgicilik ve tecrübecilik gibi çeşitli teorilerin adıdır… Ve bilgi’nin değerini araştıran felsefe dalı… “Diyalektik materyalizm”in bilgi teorisi, “inikâs teorisi”dir ki, bilgi’nin ne olduğunu, nasıl elde edildiğini, geçerliliğini ve ne olduğunu, nasıl elde edildiğini bununla açıklar.”
Mirzabeyoğlu’ndan yaptığımız iktibaslardan sonra bilginin mahiyeti ve kaynağı hakkında öne sürülen görüşlere bakalım.
Bilgi; süje ve obje denen iki öğe arasındaki ilişkiden ibarettir. Bu ilişkinin varlığı hakkında olumlu veya olumsuz kesin bir hüküm sahibi olanla, bu mevzuda olumlu veya olumsuz “kesin bilginin olanaksızlığını” savunanlar iki gruba ayrılmıştır. Bilgi hakkında olumlu veya olumsuz bir fikir beyan edenler bilginin imkânını kabul edenlerdir. Kesin bilginin olamayacağını söyleyenler ise kesin bilginin imkânsızlığını benimsemişlerdir. Aslında bilginin imkansızlığını benimsemiş olanlar kendilerini böyle vasıflandırmıyor. Karşı taraf onları bu şekil nitelendiriyor. Karşıt düşünce olmayınca kendi olamayacağı için kendine zıt kutup oluşturuyor. Bilginin mümkün olduğunu savunan düşünür ve feylesoflara “dogmatist” denilmektedir. Dogma, Yunanca fikir, inanç demektir. Dogmatist fikre inananlar bilginin mümkün olduğunu savunurlar. Kesin bilginin mümkün olmayacağını savunanlara ise “şüpheci” denilmektedir.
Bilginin Mahiyeti
Bilginin mahiyeti hakkında ileri sürülen fikirler, şahısların anlayışlarına göre farklılıklar arz eder. Bugün bir fikir sahibi, her ne kadar kendine has fikir ileri sürse de, kendinden öncekilerin geçmişte ortaya attığı fikirlere belli noktalarda mutabık düşecektir. Hakikate mutlak mânâda zıt söz söylenemeyeceğinden bilginin mahiyeti hakkında ortaya atılan orijinal fikirler de belli noktalarda birbirleriyle mutabık vaziyettedir. Bilginin mahiyeti hakkında fikir ileri sürenleri realist ve idealist olarak iki grup altında toplamak mümkündür.
Realistlere göre; bilgi dış dünyadaki şeylerin zihindeki görüntüsüdür. Bu tanımdan şu üç şey öne çıkar. Birincisi dış dünya, ikincisi zihin ve üçüncüsü de dış dünyanın zihne aktardığıdır. İslam tefekküründe de ilim, bir şeyin zihinde hasıl olması diye geçer. Bu tanıma yapılan eleştiriler, tenkitçi realizmi doğurmuştur. Eleştirilerin ana ekseni bilginin doğruluğu meselesi çerçevesindedir. Çünkü bilgi dış dünyanın zihne yansımasıdır ve bu yansımanın doğruluğu-yanlışlığı söz konusudur. Zihne yansıyan dışarıdaki nesnenin aynısı değilse dahi, onun benzerinin görüntüsüdür. Bazı durumlarda zihin yanılabilir. Mesela denizdeki bir değnek zihne kırık olarak yansıyabilmektedir. Bu misal üzerinden tenkitçi realistler ortaya çıkmaktadır. Bu görüşün liderliğini yapan John Locke’a göre bilgi, insanın dışarıda gördüğü şeylerin ortak vasıflarını bulup birleştirmesinden sonra o şeyin zihindeki akisidir ve insan, bu şekilde dışarıdaki nesneyi kavrar. Locke, “birinci ve ikinci nitelikler” diye bir görüş ileri sürmüştür. Birinci nitelikler ortak olanlar, ikinci nitelikler ise her varlığa ait özel niteliklerdir. Bu durumda bilgi ortak niteliklerin idrak edilmesidir. (Tümel kavramlar; Kant tecrübenin kendisine göre yapıldığı bu tümel bilgilere apriori adını vermiştir.) Özel niteliklerin algılanması ancak bir izdüşüm ile sağlanabilir (duyusal izlenim). Dışarıdaki varlıkların algılanmasının veya idrak edilmesinin ne olduğunu bilgi nazariyesi inceler. Nasıllığını ise psikoloji inceler. Realistlere göre zihindeki genel kavramlar cüzi varlıkların algılanması ve ortak noktaların birleştirilmesi sonucu meydana gelir. Cüzi varlıkların şayet farkları olmasa taayyün ve var olma ortadan kalkar. Kısaca özetleyecek olursak Realist bilgi teorisinde suje-obje ilgisi olan bilgide muvazene objenin lehine bozulur.
İdealistlere göre ise; suje-obje ilgisi olan bilgi, sujenin lehine bozulur. Suje müstakil bir varlık kabul edilir. Objelerin varlığı sujeye bağlıdır. İdealistlere göre; aklın algılamadığı varlık yoktur, nesnenin varlık sebebi zihinde algılanmasıdır.
Akıl tarafından idrak edilmeyen nesnelerin yokluğuna hükmedilmesi tek bir insanın aklına göre değil “Aklı Külliye”ye göredir. Aklı küllinin algılamadığı hiçbir nesne yoktur; çünkü aklı külli bütün varlıkları çepeçevre kuşatmıştır. Aklı külli varlık sebebidir. Dışarıdaki varlıklar zihindekilere uygun olmalıdır. Doğru bilginin ölçütü; dış varlıkların zihindeki karşılıklarına uygun olup, olmamasıdır. İster idealist, ister realist görüş olsun hepsinde iki kutup vardır. Diğeri öbürünün önüne geçer. Realistlere göre obje önceliklidir yani nesnellik öncedir, merkezdir. İdealistlere göre ise tam tersi suje öncedir ve merkezdir.
İdealist ve realist görüş dışında monist görüşe de temas edebiliriz. Bu görüş, bilgi unsurlarını birleştirmiştir. Bilgi bilene vardır hakikatiyle çevrelenmiştir. Suje, obje ve bilme olayı vardır. İbni Sina ve Farabi felsefelerinde ise bilen-bilinen ve bilmenin aynı şey olduğunu yani bir olduğunu görüyoruz.
Bilginin Kaynağı
Epistemolojide üçüncü mesele bilginin kaynağı mevzuudur. İnsan maddi ve ruhi bir varlıktır. Maddi yönünü esas alanlar, bilginin kaynağı olarak duyular ve duyu verilerini temel kabul ederler. Bilgi kaynağı dışarıdaki varlıklar üzerinde yapılan deneylerdir. Deneylerle elde edilen duyunun nasıl olduğu veya nasıl bilgiye çevrildiği epistemolojiyi değil, psikolojiyi ilgilendirir. Deney aletleri duygulardır. İnsanın ruhi varlığını esas alanlar, bilginin kaynağının ruhi kuvvetlerden biri kabul ederler. Dışarıdan duyularla algıladığımız nesneleri daha önce bizde bulunan fikir yardımı ile anlarız ve duyu verilerini ilme çeviririz.
Zihindeki birtakım kavramların duyular ile anlaşılmasına imkân yoktur (özdeşlik, çelişmezlik, yokluk gibi). Bu imkânsızlık olmasa verilerin doğruluğu ve genelleştirilmeleri ortaya konamaz.
Akıl ilkeleri hakkında Farabi, insan ilk andan itibaren kendinde mevcut bulunan bu ilkelerin nereden meydana geldiğini bilmez ve farkına varmaz, der.
Bilgi teorisinde bilgi kaynakları tespit eden görüşler olmuştur. Bu görüşlerin karşısında olan başka görüşler de olmuştur. Buna mukabil her iki tarafın kusurlarını ortaya koyan tenkitçi görüşler de ortaya çıkmıştır. Bu hususta ise Kant ismi ön plâna çıkmaktadır. Kant hem aklı tenkit etmiş hem de duyuların yetersiz olduğunu tenkit etmiştir. Kant eleştirmekle her ikisini reddetmiyordu, aksine her ikisinin eksiklerini giderip bağdaştırıyordu. Kant doğuştan olan ve deneyle ilgisi olmayan akıl ilkelerine “önceki fikirler” anlamına gelen “apriori” ve doğuştan sonra deney ile kazanılan fikirlere “aposteriori” demiştir.
Bilgi kaynağı olarak akıl ve duyuların yanında sezgiciliği de kabul edenler vardır. Bunlara Arapçada hads, İngilizcede intuition denilir. Sezgi insanın zihninde hiçbir vasıta olmadan, hiçbir tecrübe olmadan doğmasıdır. Bu noktada ise Bergson ismi ön plâna çıkmaktadır. Spinoza da bilgi kaynağının üç tane olduğunu söyler: Akıl, duyu ve sezgi… Spinoza’ya göre sezgi; nesnelerin mahiyetini doğrudan anlamayı sağlar. Hakeza İbn-i Sina da Burhan kitabında sezgiyi kabul ediyor ve ona ilahi feyzin işrakı der.
Yazar: Hasan Hüseyin Akdağ
Aylık Dergisi 194. Sayı, Kasım 2020