Dalkavuklar Gecesi – Z Vitamini

Hiçbir sanat eseri yoktur ki içinde sanatçının fikri/dünya görüşü bulunmasın. Okuduğumuz kitapta, dinlediğimiz müzikte, gördüğümüz mimaride ve resimde bir dünya görüşü bulunur. Bu dünya görüşü sanatçının maharetine göre ya esere gizlenir ya da alenen muhatabına sunulur. Bu eserin tesiri de sanatçının ifade biçimindeki başarısı ve fikrindeki samimiliği ile ölçülür.

Sanat, kullananın niyetine göre işlev kazanır. Yeri geldiğinde yapıcı, yeri geldiğinde yıkıcı, olur. Sanatın iki halini de bütün sanat dallarında kullanmasını bilmek bugünün şartlarında adeta zaruridir.

Hüseyin Nihal Atsız’ın “Dalkavuklar Gecesi- Z Vitamini” romanı, karşı olduğu Kemalist ideolojiye karşı, dönemin şartlarını da göz önüne alırsak cesurca yazılmış bir romandır. Kitap içinde iki romanı barındırır fakat bu iki roman birbiriyle muhteva bakımından bağlantılı bir şekilde karşımıza çıkar. Atsız, Dalkavuklar Gecesinde fikrini alegorik anlatımla ifade ederken, Z Vitamininde düşmanını direkt karşısına alır. Bilindiği üzere kitap 1941 yılında yazılır ve kısa bir süre sonra Kemalist rejim tarafından toplatılır.

Romana geçmeden önce karakterler üzerinde durmakta fayda var. Romanda karakterler ya isimleri tersten yazılmış ya da karışık yazılmış bir halde kendilerini ele verirler. Bunları sıralayacak olursak:

Kral Subbiluliyuma: Mustafa Kemal Atatürk (Bu kişiye İsmet İnönü de denilmiştir fakat romanda geçen diğer karakterlere bakıldığında bunların Mustafa Kemal Atatürk’ün etrafında kümelenen isimler olduğunu görürüz.)

Başkumandan Tutaşil: Fevzi Çakmak

Filozof İlânasam: Hasan Âli Yücel

Cüce İdras ve Rahip İduskam: Sadri Maksudi

Başhekim Ziza: Şevket Aziz Kansu

Bilgin İkeznini: Zeki Velidi Togan

Kral’ın gözdesi Yamzu: Afet İnan (kızlık soyadı Uzmay, 1940’ta Rıfat İnan’la evlenip İnan soyadını almıştır.)

Kâhin Şilka: Nihal Atsız

Tubişka: Nihal Atsız’ın eşi Bedriye Atsız

Murya: Nihal Atsız’ın Oğlu Yağmur Atsız

Yaver Sabba: Cevat Abbas Güler

Vezir Nibida: Zeynel Abidin Özmen

Pilga: Reşit Galip

Doktor Teşen: Dr. Neşet Ömer İrdelp

Dalkavuklar Gecesi Romanının başarısını biçimsel, kurgusal ve edebî cihetiyle değil, işlediği konu cihetiyle ele alabiliriz.

Roman, genel anlamda baktığımızda Hattuşaş şehrinin yönetici-aydın sınıfının zihinsel körleşmesini, basiretsizliğini, fikirsizliklerini ve en önemlisi dalkavukluklarını gözler önüne serer.

Dalkavukluk lügat manasıyla, yarar sağlamak için kendisinden üstün ve varlıklı olanlara aşırı saygı göstererek gözlerine girmeye çalışan kimse, yaltakçı, yağcı anlamına gelir. Bu davranış bozukluğu şüphesiz her millette öyle böyle bir şekilde görünebilir. O yüzden bir millete, kavime mâl edilemez. Bir yerde daha ustacadır bir yerde daha acemice. Bu da kişinin aklî seviyesine bağlı bir husustur.

Dalkavukluk, yapana da yapılana da kısa süreli fayda sağlayabilir fakat uzun vadede yapanın da yapılanın da mahvına sebep olur. Asgarî seviyede şahsiyet gerektiren dalkavukluğun zararları, kısa sürede edinilen ve akışı devam eden nimetler sebebiyle görülmez, fark edilmez. Bütün kötü hasletlerin doğasında bu vardır açıkçası.

Roman, Cumhuriyet aydınlarının “güç” etrafında yer almak için nasıl çabaladıklarını, nasıl aciz ve sefil bir tavır takındıklarını, ilim ve bilginin şerefini dalkavukluğa nasıl feda ettiğini anlatır bizlere.

Roman Hattuşaş şehrinde Kral Subbiluliyuma’nın oğlunun dünyaya gelmesiyle başlar. Bu habere Hatti Milleti çok sevinir ve bunu çılgınca kutlamaya başlar. Diğer milletlerin ileri gelenleri saraya davet edilir. Bu daveti Başkumandan Tutaşil organize etmektedir. Tutaşil, sağlam ve tavizsiz kişiliğiyle, “aklının başında” olmasıyla dikkat çeker.

“Çok sert bir adamdı. Kral uygunsuz bir iş yaptığı zaman bunu kendisine ancak Tutaşil söyleyebilirdi.”(s.13)

Kral ve yaveri sarayın bahçesindeyken uzaklardan bir kadın belirir. Bu, Hantilyas’tır. Hantilyas, sarayın esrarengiz kadını olarak bilinir. Hantilyas’ın buradaki işlevi önemlidir. Saray ve halk tarafından, sarayın mahzeninde önceki krallardan kalma fıçıların içinde “zehir” olduğuna ve içenin de öldüğüne inanılır.

Bu, Atsız’ın tabiri ile “Büyülü Su”dur.

Tutaşil ile Hantilyas arasındaki ufak sürtüşmeden sonra Tutaşil, Hantilyas’a alaycı bir tavırla o zehri içip ölmesini söyler.

Hantilyas içer ve diğer gün kralın karşısına çıkar. Ölmemiştir, sarhoş olmuştur. Ve bu saray tarafından şaşkınlıkla karşılanır ve büyülü su hakkında merak duygusu uyandırır. İlk olarak birkaç esire içirirler onlar da sarhoş olur. Böylece büyülü suyun ölümcül olmadığı anlaşılır.

Bu olay da gidişatı değiştiren hâdiselerden biri olarak karşımıza çıkar. Bundan sonra gelişecek olaylar “Büyülü su” etrafında gelişir.

Kral, dalkavuklarına önündeki büyülü suyun ne olduğunu sorar.

Filozof İlânasam, “Bunlar zehirdir. Fakat boya olarak kullanılır.” der.

Cüce İrdas, “Bu, kralların ve kraliçelerin yıkanmalarına mahsus tılsımlı bir sudur. Bunda yıkanan kralların hayatları ebedî, devletleri kuvvetli, orduları yenilmez olur. Çünkü bu suya gök ve yer Tanrısı Arinna’nın göz yaşları karışmıştır.” der.

Başhekim Ziza, “Bunlar, sağlık tanrısı Kamruşepaş’ın kanlı göz yaşlarıdır. Bütün hastalıklara iyi gelir.” dedi.

Kral, dalkavukların bu hallerinin farkındadır ama dalkavukların bu tavırları da kralın hoşuna gider.

Dalkavukları uzun uzun anlatmak yersiz olacaktır çünkü dalkavuklukta tavır aynı tavırdır sadece ifade ediş biçimi farklıdır. Dalkavuklar da aralarında en iyi dalkavuk olmanın rekabetini güderler. Atsız da böyle bir yöntem izleyerek onları böyle anlatmayı seçer.

Dalkavukların en önemli özelliği şüphesiz hakikati gizlemeleridir. Güç karşısında korktukları için, oldukları konumdan düşmemek için, ellerindeki nimetlerin kesintiye uğramaması için hakikati gizlerler. Hakikatin gücüne değil, gücün hakikatine inanırlar.

Bu büyülü suyun ne olduğunu öğrenmek için bir kurultay toplanır çeşitli milletlerden bilginler gelir ve görüşlerini ileri sürerler fakat bu da akıldan ve fikirden uzaktır. Dalkavukların krala yaranma mücadeleleri kurultaya damga vurur. Dalkavuklar bu büyülü suyun Tanrılar tarafından krala verildiğinde hemfikirdir. Kurultayın en arkasında bulunan Bilgin İkeznini, okuduğu levhaların üzerine bu suyun “şarap” olduğunu söyler. Şarabın, ülkeye gelişini tarihi planda ispatlar. Aklî izahlar sunar. Fakat dalkavuklar bu izah ve ispatlara karşı homurdanır ve hoşnut olmazlar. Bu olay Birinci Türk Tarih Kongresine atıfta bulunur. Bilindiği üzere Cumhuriyet’in kurulmasından sonra Afet Hanım, Mehmet Tevfik, Samih Rıfat, Akçuraoğlu Yusuf, Reşit Galip, Hasan Cemil, Sadri Maksudi, Şemsettin, Vasıf ve Yusuf Ziya Beyler tarafından neşredilen ”Türk Tarihinin Ana Hatları” isimli dört ciltlik esere yaptığı tenkitler Zeki Velidi Togan’ın hedef tahtasına oturtulmasına sebep olur.(1)

Romanda Atsız, kendini Kâhin Şilka olarak tanıtır. Olayları önceden bilmesi ile öne çıkar. Büyülü suyun şarap olduğunu da ilk söyleyen kişi odur. Şilka’nın doğal olarak dalkavuklarla arası pek iyi değildir.

Tutaşil’in önderliğinde ordu kısıtlı imkanlarla kısa sürede savaşa hazırlanır. Bu savaş Kaskalara karşı verilir ve Kaskalar yenilir. Tutaşil, bu zaferini krala anlatır ve nasıl zor imkanlar ile savaşı kazandığını anlatır. Kral bu durumdan memnunken dalkavukları ise Tutaşil’in arkasından dedikodu kazanını kaynatmaya başlar.

Bu zafer üzerine halkın ısrarıyla bir kahramanlar gecesi tertip edilir. Kral bunu istemeyerek de olsa kabul etmek zorunda kalır. Kahramanlar gecesi üç gün sonra olacaktır ve bütün halk davet edilir.

Bu geçen sürede zaferin mimarı Tutaşil kralın dalkavukları tarafından itibar suikastine uğrar ve kral tarafından azledilir.

Millet, kutlanacak kahramanların başında Tutaşil’i görmek isterken karşılarında piyade kumandanını görür. Bu duruma şaşırırlar fakat kralın nutkunu dinledikten sonra bedava olan şaraba dayanıp Tutaşil’i de kahramanları da unuturlar.

Kahramanlar gecesi dalkavuklar için bir fırsat olur ve krala karşı hünerlerini sergilerler. Övgüde yarışmaya başlarlar.

Bu gecede şarap öylesine içilmiştir ki neredeyse herkes sarhoş olmuştur.

Romanın sonundaki diyalogları aktarmakta fayda var. Türkiye’deki aydın-halk sorunu bu diyaloglar ile özetlenmiştir diyebiliriz.

“Büsbütün sızmamış olan bazı gençler birtakım kadınlarla uygunsuz bir durumda idiler. Bu manzara, İlânasam’ın namusuna dokundu:

-Alçak herifler! Utanmıyor musunuz? diye bağırdı.

Sarhoş gençlerden biri başını kaldırarak:

-Kızma vezir hazretleri! Sizin çatı altında yaptığınızı biz yıldızların altında yapıyoruz! diye cevap verdi.

Cüce İrdas sarhoşluktan kekeleyerek homurdandı:

-Halkın eşekten farkı yoktur!

Buna da başka bir genç cevap verdi:

-Eşeğin de senden…

Rahip İskudram öfkelenmişti:

-Alçak, vatan haini! Sen bir vezire hangi cüretle bu sözleri söylüyorsun?

-Çok dırlanma! Bu gece kahramanlar gecesidir. Biz de açıkta sabahlamakta kahramanlık yapıyoruz. Yaşasın, kral!..

Ziza açık havaya çıkınca biraz açılmış gibiydi:

-Bu vatan hainlerini idam ettirmeli. Sarayın bahçesine saygısızlık gösteriyorlar! diye haykırdı.

Başka bir sarhoş yerden kalkarak cevap verdi:

-Yavaş gel vezir hazretleri! Bizi buraya kral çağırdı. Kralın konuklarını idam ettirmek krala isyandır. Sen krala isyan mı ediyorsun?

Zaten korkak olan Ziza, bu sözlerden sonra büsbütün ürkmüştü.

-Haşa! Ben kralın keleşiyim. Ama sizler bahçenin namusunu lekelediniz. Bu gecenin kahramanlar gecesi olduğunu unutuyorsunuz…

-Hangi kahramanlar gecesi? Kahramanlar öldüler. Bu gece dalkavuklar gecesidir. Bu şölene konmak için sabaha kadar yaşasın diye bağırdık. Tabiî siz de içerde şebek gibi takla attınız. Yaşasın kral!

Nibida’nın sabrı tükenmişti:

-Bana bak! Nankörlük edip durma. Kral ve vezirler olmasa hepiniz aç kalırsınız. Düşman gelip hepinizi götürür. Köle diye satar. Biz en ağır yükleri taşıyan insanlarız. Bize saygı göstermeye mecbursun!…

Bu sözler üzerine sarhoş hüngür hüngür ağlamaya başladı. Hem hıçkırıyor hem de:

-Benim eşeğim de ağır yük taşıyor ama yine de benden dayak yiyor. Amma da nankörmüşüm! diye söyleniyordu.

Vezirler işin sarpa sardığını, resmi otoritelerini kullanacak bir vasıtanın ortada bulunmadığını görerek bahçe kapısına doğru yürüdüler. Sendeleyerek evlerinin yolunu tuttular.

Kâhin Şilka, bir arkadaşı ile bütün bu konuşmaları dinlemişti. Bir sarhoşlara, bir de vezirlere baktıktan sonra:

-Şu sarhoş, beriki herifleri paçavraya çevirdi! dedi.

Arkadaşı cevap verdi:

-Yanlış söyledin. Paçavraları tersine çevirdi.”

Atsız’ın siyasî alegorik bir hiciv olarak kaleme aldığı bu roman cumhuriyetin kurucu kadroları hakkında yazılmış bir eleştiri ve durum tespiti, akılda kimilerine göre mâlum olan kocaman soru işaretlerine gebe…

 

Dipnot

1-Öngüner, Emir, Zeki Velidi Togan Türkiye’yi Neden Terketti? I. Türk Tarih Kongresi’nde Yaşanan Tartışmalar Üzerine Kısa Bir Tetkik, 2018

Aylık Dergisi 192. Sayı, Eylül 2020

Authors

Bir yanıt yazın