Atın ölmesi meydanın kalması lâzımdı, yiğit ölecekti şânı kalacaktı. Senfonik ahenge mutabık hayatımız, ufak çaplı kahramanlarınkine denk olacaktı. İnsanlar bizi ahlâkımızla, güzel hâl ve eserlerimizle yâd edecekti. Övüldüğümüzün hakkını verecektik. Esaslı bir hayat yaşamak için didinecektik. Douglas Malloch’un “En İyisi” şiirindeki bir mısra olacaktık en azından. Avuçlarımızdaki çizgilerden ihanet fışkırıyor.
“Özgürlük”ten kasıt nedir? Bir yere aidiyet hissetmeden hür olunur mu? Hedonist bir yaklaşımla, içini doldurduğumuz sıradan bir kelime mi artık bu? Beğendiğimiz şeyler, harcamalar, attığımız adımların bilgileri “cyber” (siber) denilen âlemde fink atıyor. İstemediğimiz, hiç uğramadığımız internet sitelerinde şahsî bilgilerimiz mevcut. Doğum günümüz, seyrettiklerimiz, kimle ne yaptığımız, merak ettiğimiz her şey kayıt altına alınıyor, altın tepside bunları sunuyoruz. Herhangi bir siteye “üye” olurken karşımıza çıkarılan “Hükümler ve Koşullar Sözleşmesi”ni okumuyoruz bile. Çoğunluğun mecrasında “var olabilmek” için onların kurallarına uyuyoruz, andavallaşıyoruz. Bilgi kuvvettir ve hususî kalması gereken teferruatlarımızı hangi amaca hizmet edeceğini bilmeden sunuyoruz. “Özgür dünya”nın kurallarına uyarak, sömürülüyoruz; bunun sefil taciri biziz. Sanatçı Jenny Holzer der ki: “Beni arzularımdan koru!”
Güney Koreli Filozof Byang Chul Han, teknolojiden kaynaklı hürlük anlayışını tenkid ederken, “Big Data”dan bahseder. Han, enformasyon (veri akışı) firması Acxicom’un yüz milyonlarca insanın şahsî bilgileriyle ticaret yaptığını söylüyor. Gerçi bu artık herkesçe bilinen bir şey oldu.
Katıldığımız anketler, yaptığımız alışverişlerin bilgileri alınıp-satılıyor. Muhakkak sizin de dikkatinizi çekmiştir, internetten bir şey almaya niyet ettiğinizde hemen o şeye dair bir sürü reklamla karşılaşmışsınızdır. Reklamlar ve anketler üzerinden manipüle ediliyoruz. Anketlerde, suallere verdiğimiz cevaplardan, eğilimlerimiz, ihtimal dahilinde seçmek isteyeceğimiz şeyler sunuluyor. Bir kişi manipüle ediliyorsa, toplum da edilebilir.
2016’daki Donald Trump’ın kazandığı ABD seçimlerinde ve Brexit kampanyalarında Cambridge Analytica’nın (Kısaca CA: İngiliz siyasî danışmanlık firması) muazzam düzeyde tesiri var.
Emekli subay Stephan (Steve) Bannon, Trump’ın baş stratejisti, seçim sürecinin başındaki adam. Alexander Nix (CA’nın umumî müdürü) ile sağlam münasebeti vardı. Alexander Nix’in de Wikileaks ile samimiyeti hat safhadaydı.
Facebook’ta 50 milyon kullanıcının şahsî verilerini 2016 ABD başkanlık seçimlerinde kullandığı ifade edildi. Yani 50 milyon insanın, sosyal mecrada paylaştığı her teferruat kümelenip kıyas yapıldı. CA ve Facebook hakkında bu meseleye dair İngiltere ve ABD’de davalar açıldı. Barack Obama’nın seçim kampanyasında gönüllü çalışan, daha sonra Alexander Nix tarafından ayartılıp CA’nın şeytanî emellerinde kullanılan, Brittany Kaiser’in “Facebook ile çalışıp ABD’deki insanların fikirlerini değiştirmek için her türlü vasıtayla manipüle ettik” itirafı mühimdir.
Yine CA’nın kurucu teknisyenlerinden Christopher Wylie’nin “Şirket sadece bir veri bilimi üzerinde çalışmıyordu. Bunun bir algoritma şirketi olduğunu söylemek doğru olmaz. Eksiksiz hizmet sağlayan bir propaganda makinesi. Bannon, Breitbart doktrinine inanıyor. ‘Yani toplumu kökünden değiştirmek istiyorsanız, önce yıkmanız gerek. Parçalardan işinize yarayanları alıp, kendi vizyonunuza göre inşa etmelisiniz’. Bannon’un kültür savaşında kullandığı silah CA idi. Veri toplamanın bir yolunu bulmam gerekiyordu. Cambridge Üniversitesi profesörlerine gidip, Prof. Aleksander Kogan’a gidip yardım aldım. ‘Tek Tıkla Şahsiyet Testi’ diye bir şey hazırladık. Teste katılanlar Facebook üzerinden giriş yapıyor, birkaç soruyla karşılaşıyor. Kogan bize özel izinleri olan Facebook uygulamalarını sunmuştu. Teste katılan 100 bin kişi, beraberinde milyonlara uzanan arkadaş kitlesini bize ulaştırdı.”
Özel dosyalar, mesajlar, fotoğraflar, beğeniler, en son aldığınız kitaplar ve yorumlar… Her bir teferruat insanla alâkalı. İtiraflara göre CA sadece İngiltere ve ABD’deki insanları manipüle etmekle kalmamış. Malezya, Hindistan, Romanya, Kenya, Litvanya ve Gana’daki seçim kampanyalarında da yer almışlar.
Guardian yazarı Carole Cadwalladr bu meseleyi derinlemesine araştırmış bir gazeteci ve bu hususta söylediği şeyler ehemmiyetlidir: “Küresel olarak bizleri birbirimize bağlayan karanlık bir güç olduğunu sizlere söylememe gerek yok. Karanlık güç teknoloji platformunda ilerliyor… Silikon Vadisi’nin tanrılarına direkt olarak seslenmek istiyorum! Mark Zuckerberg (Facebook Kurucusu), Sherly Sandberg (Facebook CEO), Larry Page, Segey Brin (Google Kurucuları), Jack Dorsey (Twitter Kurucusu), güya insanları bir araya getirmek için yola çıktı. Ama şu anda aynı teknolojinin bizleri birbirimizden uzaklaştırdığını kabullenmeyi reddediyorsunuz. Anlayamadığınız şu: Bu mesele hepimizi aşıyor. Hâdise sağ-sol, Trump ya da öteki değil. Mesele bundan böyle demokratik bir seçim yapma ihtimalinin olup, olmadığı. Tarihin sizi bu şekilde hatırlamasını mı istiyorsunuz? Ve bizler… İnsanlığın üzerine karanlık çökerken oturup telefonlarımızla oynuyoruz, istediğimiz bu mu?” Demokrasi de bu değil mi zaten? Bu ayrı bahis devam edelim…
Gerçekten de insanlığın şerefi hududu olmayan veriler arasında sınanıyor. Hepimiz envaî çeşit manipülasyon vasıtalarıyla karşı karşıyayız. Veri tacirlerinin hedefindeyiz. Tuvalette, yatak odamızda bile yalnız değiliz, sebebi de biziz. Facebook kurucusu Mark Zuckerberg iki sene evvel bu bahsettiğimiz hâdiselerle alâkalı ABD Senatosu’nda beş saat ifade verdi; fakat bir önceki gün hangi otelde kaldığını söylemedi. Milyonlarca insanın verilerinin Facebook’tan alındıktan sonra nereye gittiğini bilmediğini savundu. 2019’da ABD Federal Ticaret Komisyonu’ya beş milyar dolar ceza ödeyeceğini söyledi. Facebook’un hisselerinde düşüş yaşandı. Yanlış anlaşılmasın, bu miktar Facebook’un bir ayda reklamlardan kazandığı paraya denk.
CA’ya gelirsek, şirket kapandı, Alexander Nix günah keçisi ilân edildi. Sıradanmış gibi geliyor değil mi? Aslında insanın tüylerini ürpertmesi gereken bir şey.
Sosyal Mecralardaki Ahval
Meziyetliler yerine sersemler, kültürlüler yerine lüpçüler, haklılar yerine yalancılar, ehliyetliler yerine haydutlar… Üstelik kimse mutlu değil. Olgunlaşması vakit alan şeyler daha az alâka cezbediyor. “Yaparsan yaparsın, yapmazsan yapanlar var!” düşüncesi hâkim. Günümüzde icra edilen “şeffaflık” insanları kısa vadeli iletişime itiyor. Farklı bir görüşe sahip olup da kendini ifade edebilmek çok zor. Şeffaflığın sürdürülebilirliği için müphemlik ve yabancılığın ortadan kalkması gerekir. Bu yüzden insanlar kendilerini tanıtmak için hangi okulda okuduğunu, bölümünü, yaptığı işi “profil”lerine yazıyor. Herkes, herkes tarafından önemsenmek istiyor; mümkün değil. Şeffaflığın hayranları, hayatlarının her anını feda edip, kendi arzularıyla her şeylerini açık ediyor. Bu mecrada sapıklar bile namus bekçisi olabiliyor.
Sosyal ağların getirdiği şeffaflığa uyulması gerektiğini ve insanların kendini bu yeni şeye uydurmasını savunan post-privacy (mahremiyet sonrası) düşüncesi absürttür. İnsanlar arasındaki münasebeti canlı tutan şeylerden birisi de, onun esrarengiz bir yanının olmasıdır. Karşımızdakini kendimizi bildiğimiz gibi bilsek, sıkılırız. En yakınlarımızın bile bizden bir şeyler gizlediğini bilir, buna saygı gösteririz. Şeffaf bir ilişki her tür çekicilikten, canlılıktan yoksun ölü bir ilişkidir. Ölüler bile şeffaf değildir. Yunanca “auto”, “nomos” birleşiminden sonra kullanılan “otonom” kelimesinin mânâsındaki gibi, insan, karşısındakinin anlamlandırma kabiliyetine hürmet gösterir. “Otonomi, anlamanın eşitliğinden, şeffaf bir eşitlikten ziyade, ötekinde anlamadığın bir şeyler kaldığını kabul etmek demektir” der Richard Sennett. Bunlar yitirilen insanî değerler. Şimdi şeffaf olan da müphem olan da cennete gitmek istiyor ama kimse ölmek istemiyor. Gitgide beyni küçülen, bunalımın kıyısında sürünen, mutsuz insanlar olduk.
Şeffaflık güzelliği harap eden şeydir. Güzel, parçaları tarafından soyulup, ayrıldıkça pitoreskliğini kaybeder. Varlık, sırdır. İnsan bir şeyi yaratamaz ancak keşfeder ve geliştirir. Walter Benjamin’e göre, güzellik örtülmüş olanla örtülenin çözülmez bağını gerektirir: “Güzel olan ne örtü ne de örtülmüş olan nesne değil örtülü nesnedir. Örtüsü açıldığında sonsuz derecede göze çarpmaz olduğu ortaya çıkacaktır. (…) Çünkü kendisi için son tahlilde örtünün aslî olduğu nesne başka türlü tanımlanamaz. Güzel haricinde örten ve örtülü hiçbir şey aslî olamayacağından güzelliğin ilahî varoluş temeli sırdadır!” Yâni bazı münekkidlerin “tüm çıplaklığıyla şairane” dedikleri şey yüce değildir. Yüce olan, güzelin üzerindedir. İbda dünya görüşü “sır idraki” ve “meçhule hürmet tavrı”yla, sığ bir bakış açısının karşısında yer alır. Balzac’ın “Bilinmeyen Şaheser” isimli hikâyesinin sonunda ifşa edilen resim, nihayette hafife alınır, hikâyenin baş kahramanı ressam bunalım girdabında sürüklenir. Açığa vurulan şeyler sıradanlaşırsa “alet” gibi kullanıma da açık olabilir. Sherlock’ün merakını kamçılayan şey de meçhullük, hâdisedeki esrarengiz şeydir.
İtalyan Giovanni Papini’nin Toskana yöresinde kullanılan ingegno (zekâ) kelimesine dair söylediklerini ehemmiyetine binaen iktibas ediyorum: “Kelimenin mânâsı sadece ortanın iyisi ve mutlu bir akıl değildir, diğer anlamı anahtarların uç kısmında bulunan, açmaya yarayan şu dişli ve girintili özel demir kısmı ifade eder. Bu iki anlam yakınlığı sadece sözlükten ibaret değildir. Zekâ açan bir şeydir. Zekâ sayesinde her yere girilir, her şey anlaşılır ve çoğu insanın sevgisi kazanılır. Hayat pasaportudur. Cüzdanları ve bir konuma sahip olunan mekânları açan evrensel bir maymuncuktur. Kimisi güzel şeyler yapmaya kullanır zekâsını, kimisi ise zekâsını kullanarak kötülüklerini iyiymiş gibi gösterir. İkisi farklı zekâlardır fakat ikisi de emeline ulaşır.”
Yanlış anlaşılmasın, Papini, sadece zeki olanları sevmez. O, canlılar arasında kusursuz olan hayvanları, bitkileri, dürüstlükle işlerini yapan, gevezelik etmeyen ve faydalı ihtiraslarının peşinden giden, erdemli alicenap insanlardan hazzeder. Bedenler buruşur, dizler titrer, insan göremez olur. Makineler eskir yerine daha iyisi yapılır. Vaktimiz dolup da toprağın altına girince orayı semâ yapabilecek olan yalnız Yaratıcıdır.
Aylık Dergisi 192. Sayı, Eylül 2020