Yarım Doğrular

Müverrih Ali Caddesi’ne girdiğinizde, yolun sağında ve solunda son yirmi yılda yapılmış hiçbir yeni bina ile karşılaşmadan ilerlersiniz. Sonunda yol çatallaşır ve birkaç kol halinde ayrılan sokaklarla birleşir. Bu sokaklarda gayrimüslim vatandaşlardan kalma çok daha eski evler ve binalarla karşılaşırsınız. Mimari olarak size bambaşka bir yerde olduğunuzu hatırlatır bu binalar.

Caddeyi bitirip bu sokaklardan herhangi birine girdiğinizde, dik yokuşların başında bulursunuz kendinizi. Ve karşınıza yer yer tarihi yarımadadan ve Haliç’ten manzaralar sunar. Eğer şanslıysanız evlerin aralarından ve çatıların üstünden Suriçi’nin semtlerini, selâtin camilerin kubbe ve minarelerini görürsünüz. O dar çerçeve içindeki bu kısmi bakış açısı bile enfes manzaralar serer gözlerinize. Yürüyerek gidiyor olsanız dahi manzaranın büyüsüne kapılmadan ve temkini elden bırakmadan ilerlemek gerekir. Hele de bir vasıta ile gidiyorsanız manzaraya bakma şansınız olmayabilir.

Böyle mi yapmıştı bilinmez, ama bu yokuşlardan birinde bir araba sokak bitiminde manevra yapmak isterken hızını alamamış ve ihtiyar Sabriye Hanım’ın evinin bahçe duvarına toslamıştı. Öncesinde çarparak kötürüm hale getirdiği elektrik direği de ha yıkıldı ha yıkılacak vaziyette duruyordu. Sağdan soldan sökün eden insanlarla arabanın etrafına hemen bir kalabalık doluştu. Evlerden, dükkânlardan büyük gürültü sesine koşanlar arasında her yaştan insan vardı.

Şoför elleriyle kavradığı başını direksiyona yaslamıştı. Şakağından ve ağzından kan sızıyordu. Belli ki başını direksiyona çarpmıştı. Yan cam patlamıştı. Çarpışma esnasında başını cama da vurmuş olmalıydı. Derin nefes alışları arasında belirsiz bir şeyler de söylüyordu. Kalabalığın içerisinden biri hemen atılıp kapıyı açtı ve şoförü dışarı çıkarmak için hamle yaptı. Ona birkaç kişi birden mani oldu.

“Ne yapıyorsun, bu durumda birini çıkarmak çok tehlikeli.”

“Evet, hiç televizyon seyretmiyor musun, yaralıların birçoğu şuursuz yapılan müdahaleler sonucu sakat kalıyorlar.”

“Ne yapacağız pekiyi, böyle bekleyecek miyiz?”

“Tabii ki, yetkililer gelene kadar bekleyeceğiz.”

“Sarhoştur, dedi kadınlardan birisi, koca duvarı görmez mi insan?”

Orada demirci dükkânı olan Nihat usta:

“Freni patlamış olabilir, bu dik yokuşlarda hep böyle oluyor.”

Sokağın bitirimlerinden Sedat:

“Olur mu be Nihat abi, yepyeni araba görmüyor musun, bu arabanın kolay kolay freni patlamaz.”

Elinde örgü şişleri ile sokağa çıkmış olan Fazilet:

“Sarhoştur o zaman!” ve o ânda aklına gelmiş gibi. “Polisi arayan oldu mu?” diye soruverdi. Bunu akıl etmiş olmaktan dolayı yüzüne bir zafer edası yayıldı.

“Sedat’la beraber oraya gelen arkadaşı Fatih telefonu eline aldı numaraları çevirirken, Sedat ona:

“Polisi mi arıyorsun? Dur, önce kameraya al!” ona göz kırptı ve kaşla göz arasında yaralı adamı ve arabayı kayda almaya başladı. Anlaşılan o görüntülerle bir şeyler yapmayı kuruyordu. O kadar gürültüye rağmen en son, evin sahibi olan ve kulakları biraz ağır işiten Sabriye hanım bahçe kapısını açıp dışarı çıkarken:

“Uy, uy, uy başıma gelenler, gözü kör olasıca, koca evi göremedin mi?” dedi, miyop gözleriyle kalın camlı gözlüklerinin arkasından arabaya hışımla bakarken. Onunla uğraşmayı seven Fazilet:

“Sabriye abla araban hayırlı olsun.” dedi. Birkaç kişi ister istemez güldü bu sözlere.

“İstersen senin evin çatısına da yakışır, sana vereyim, bana yük olur.” dedi Sabriye hiç geri kalmadan.

Fazilet’in evi yolun altında kalıyordu, çatısı ancak yola denk geliyordu.

“Ağzından yel alsın abla, bu fakirin evinden başka nesi var?”

“Kız bununla eğlenilir mi ocağı batasıca. Polisi arayın komşular, bir yere kaçmadan zarar ziyanı karşılasın.”

“Merak etme hiçbir yere gidemez, dedi bakkal Mehmet, anca ya karakola ya hastaneye…”

“Polisi aradınız mı?” dedi Sabriye, başına gelen bu felaketi en resmi gözler bir ân evvel tesbit etsin istiyordu.

“Aradım ben Sabriye ana, merak etme.” dedi Sedat, hakikaten video kaydını bitirmiş polisi de aramıştı.

“Beyler yardım edin adamı çıkaralım, dedi demircinin çok bilmiş kalfası, ben bu durumdakileri taşıma yolunu biliyorum, hemliç manevrası uygulayacağız.”

Üniversiteye hazırlanan ve bir yandan da ehliyet kursuna giden Kadir:

“Aman Şükrü abi ne yaptın sen, o boğulanlara uygulanır, rentek manevrası o. Adamı sakat bırakmayalım.”

“Sen ne anlarsın birader, ne ise ne, adamı çıkaralım.”

Bereket versin ki, Nihat müdahale etti:

“Dur hele yarım doktor, işin erbabı gelsin, gerekeni yapsın. Şöyle açılın bakalım herkes toplanmasın.” Ama bu uyarısı şoförün hareket etmesi ile havada kaldı.

Şoför inleyerek başını arkaya attıktan sonra kan içindeki ağzını herkes görmüştü. Galiba adamın dişleri kırılmıştı. Adam kanların arasından inleyerek birkaç şey söyledi, ama anlaşılamadı. Hükmü hemen verdiler.

“Aaa, gerçekten sarhoş bu, ayol bu saatte içecek ne vardı?” dedi Fazilet’in yan komşusu Aysel. Daha yeni oraya gelmiş olan Rıfat amca:

“Polisi aradınız mı?” dedi. Birkaç ağızdan birden aynı sözler döküldü:

“Aradııık!”

Bir alt sokakta oturan Hoca Baki oradan geçerken kalabalığı yararak kalabalığın sebebini öğrenmeye çalıştı. Herkes bir ağızdan kendi fikrini beyan ediyordu.  Bir arabaya, bir tosladığı duvara, bir de insanlara baktı, aralarında Sabriye’yi görünce geçmiş olsun, dedi. Sabriye kendi kendine başına gelen felaket için dövünüyordu.

“Ambulans çağırdınız mı?” dedi etrafına bakarak bir yandan da mütehassıs gibi adamın durumunu anlamaya çalışıyordu.

“Polisi aradım.” dedi Sedat mühim bir vazifeyi icra ettiğini belli eden bir ses tonuyla. Hoca Baki ona ne demek istediğini anlamaya çalışarak baktı. Ve durumu kavramasını bekleyerek:

“Adam yaralı!”

“Tamam, işte polis gelip durumu tesbit etsin hocam. Kaza anında her şeyi yerli yerinde bırakmak gerek.”

Hoca Baki kaşlarını çattı ve delikanlının kendisi ile eğlenip eğlenmediğini anlamaya çalıştı. Ona kazalarda yerli yerinde bırakılması gerekenleri anlatmaktan imtina etti. Nihat ustaya ve bakkal Mehmet’e yanaşarak kazanın nasıl olduğunu anlamak için sorular sordu. Nihat ve Mehmet’in birkaç cümlesinden sonra niçin ambulans çağırmadıklarını onlara sordu. Her ikisi de çok tabii bir şey söylüyorlarmış gibi, polisi aradıklarını söyledi. Hoca Baki biraz da kızarak:

“İyi de ambulansı çağırmanızın ne zararı var?”

Sesi yükseldiği için oradaki herkes duymuştu. Kalabalık içinde böyle bir durumda önce polis mi çağrılmalı ambulans mı tartışması başladı. Hoca Baki elini cebine attı ve telefonunun yanında olmadığını fark etti. Ciddi ciddi bunu tartışan insanları acaiblikleri ile baş başa bırakarak oradan ayrıldı.

Büyükler bu ciddi meseleyi tartışırlarken arabanın arka tarafında akran olan iki çocuk hayranlıkla arabaya dokunuyor,  birbirlerine araba hakkında yorumlar yapıyorlardı.  Samet arkadaşına:

“Baksana bu son modeli, ne kadar yeniymiş, amcamlarda da bunun eski modeli vardı.”

“Kaç yapıyor acaba bu?”

“İki yüz kırk basıyor bu arabalar.”

“Yok, be oğlum, bu arabalar o kadar hız yapmaz.”

“Nah, yapmaz! Sedat abiye soralım.”

Samet Sedat’a herkesin içinde bağırarak:

“Sedat abi bu araba kaç yapıyor?”

Sedat Samet’in ensesine bir tane patlattı.

“Yürüyün lan keratalar, adam burada can derdinde, siz neyin peşindesiniz.”

Çocukları kovduktan sonra, yanındaki Fatih’e dönerek:

“Araba da turboymuş, yepyeni araba, yazık oldu.” dedi.

Bu arada polis ambulans tartışması hararetle devam ediyordu. En sonunda Sabriye’nin feryat eden sesi duyuldu:

“Komşular nerede bu polis, aramadınız mı, benim halim ne olacak, benim gücüm yetmez bu yıkılan yeri yapmaya, komşular…”

Şoför tekrar kendine gelir gibi oldu. Hırıltı ile yine bir şeyler söyledi, kalabalığın sesi kesildi ve adamın ne demek istediğini anlamaya çalıştılar, adam etrafındakilere yalvarır gibi bakıyordu. Baygın bir şekilde gözlerini kapatınca oradakiler yine birbirlerine döndüler, kimisi Sabriye’yi sakinleştirmeye çalışıyor, kimisi gelmeyen polisi konuşuyordu. Bu durumun uzamasından canları sıkılmış gibiydi.

Nihayet kalabalığın arasından bir delikanlı kimse fark etmeden yarı baygın adama yaklaştı, adam belirsiz nefesler alıyor arada bir göz kapaklarını hafif aralıyordu. Delikanlı onunla göz göze gelmeye çalıştı. Şoför kendisine yaklaşan yüzü görünce başını zorlukla ona çevirdi, delikanlının yüzü bu durumdan utanan bir ifadeyle kaplıydı, adamın kulağına eğildi ve özür diler gibi bir ses tonuyla:

“Merak etme, ben ambulansı aradım.”

 

Aylık Dergisi 189. Sayı, Haziran 2020

Authors

Bir yanıt yazın