Korona virüsü salgınından sonra bütün dünyada köklü değişiklikler meydana geldi. Öyle zannediyorum ki tarihin kırılma zamanlarına “Sanayi Devrimi Sonrası Toplum“ denildiği gibi şimdi de “Korona Sonrası Dönem” denilecek.
Korona virüsü denilen salgın hastalık (Pandemi) esnasında ve sonrasında büyük bir ekonomik kriz bekleniyor. Elbette ciddi işsizlik ve sosyal problemler de baş gösterecektir. Devletler, bu hastalıkla mücadele ederken göstermiş olduğu başarılar ile tarih sahnesine geçeceklerdir.
Çalışma ilişkilerinde hatta eğitimde dahi büyük değişiklikler olacağa benzemektedir. Örneğin eğitim okullarda değil artık evlerde veriliyor. Birçok şirket çalışanların işlerini evden yapmasını istiyor. Otomasyon ve uzaktan çalışma neredeyse dünyanın bütün ülkelerinde sokağa çıkmanın kısıtlanması ile birlikte zorunlu olarak uygulanmaya başladı.
Çalışma ilişkilerinde meydana gelecek değişiklikleri 2015 yılında yazmış olduğum “Kapitalizm Sonrası Dönem; Malikiyet ve Serbestiyet Devri” başlıklı doktora çalışmasında dile getirmiş ve sonucunda emeklerim İstanbul Üniversitesi’nde oybirliği ile kabul edilmişti. 2017 yılında da bu çalışmayı kitap olarak yayınlamak nasip olmuştu.
Kitabın daha geniş kitlelere ulaşması ve gerekli tartışmayı başlatmak üzere isim değişikliği ile yeniden basmaya karar verdim. Başlığı Yeni Türkçe ifadesi ile “Özel Mülkiyet ve Hürriyet” şeklinde değiştirdim. Alt başlığa da “Korona Sonrası Dönem” adını verdim.
Biraz da içeriğinden bahsetmekte yarar var. Bu çalışma, Bediüzzaman Said Nursi’nin Mektubat isimli eserinden istifade edilerek hazırlanmıştır. Said Nursi, bu eserinde bir gelecek tasavvurunda bulunarak insanlığın “Malikiyet ve Serbestiyet Devri” adını verdiği yeni bir dönemden bahsetmektedir.
Bu dönemin en önemli özelliği “ücretli” sistemin sona erecek olması ve yerine özel mülkiyetin daha yaygınlaşacak olmasıdır. İnsanlar başkalarının yanında ücretli olarak çalışmak yerine; kendi işlerinin sahibi olacağı yeni bir çalışma ilişkisini öngörmektedir.
İnsanlık tarihinde beş aşamalı bir sosyal değişim ve çalışma ilişkisi meydana gelmiştir. Bunlar Marx’a göre ilkel komünal dönem, kölelik devri, feodal dönem, kapitalizm ve sosyalizm (komünizm) devirleridir. Said Nursi, bu dönemleri benzer bir şekilde ele almakla birlikte kapitalizm ve komünizm dönemlerini tek bir devirde ele alarak “ücretli dönem” ismini vermiştir.
Ücretli sistemin dahi bir gün mutlaka sona ereceğini zira insanların esir olmak istemeyeceği gibi ücretli olmak da istemeyeceğini dile getirir. Bunun yerine serbest piyasa ekonomisi ve hürriyetin önem kazandığı özel mülkiyet sisteminin yerleşeceğini ifade etmiştir.
Gerçekten de insanlık tarihi incelendiğinde ücretli sistemin yaygınlaşması ile birlikte toprak ağalığı yani feodalizm ortadan kalkmıştır. Fakat bu sefer de toprağa bağlı köleliğin yerine emeğin metalaştırılması süreciyle karşı karşıya kalınmıştır. İşte ücrete bağlı bu sistemin diğer bir adına da “modern kölelik” denilmektedir.
Kapitalist sistem, ücretli emek ilişkisinin ve özel mülkiyet hakkının sürekliliğinin ve genişlemesini güvence altına almıştır. Bununla birlikte insan emeğinin sömürülmesi ve özgürlüklerinin kayıtlar altına alınmasına engel olamamıştır. Bu nedenle kapitalist sistemin anlaşılması ve değerlendirilebilmesi için ücret sistemlerini gözden geçirmek önemlidir.
Michel Husson, “Çalışma Hakkı Ya da Evrensel Gelir” başlıklı çalışmasında ücretliliğin köleliğinden sadece yarı zamanlı kurtulmanın mümkün olmadığını dile getirmiştir. Yani günde iki saat dahi olsa bir başkasına ücretli olarak çalışmasının sömürülmek olduğunu ifade etmektedir. “Bu şekildeki bir çalışmaya mecbur olmak, zamanın geri kalanında köleleşmektir.” demektedir.
Said Nursi’nin eserlerinden ilham alarak ücretli sistemin aslında “modern kölelik” olduğunu yapmış olduğum çalışmalarda dile getirmiştim. Bunun yerine insanların kendi işlerine sahip olacağı eğer bu mümkün değil ise, hiç olmaz ise ortaklık ilişkisi ile kısmen dahi olsa işine malik olacağı bir dönemin yaklaşmakta olduğunu ifade etmeye çalıştım.
Husson ile birlikte bir çok ekonomist “kapitalizm sonrası dönemi” hayal bile edememektedir. Hatta Fukuyama “Tarihin Sonu ve Son İnsan” isimli eserinde komünizmin yıkılması ile birlikte kapitalizmin zaferini erken bir zamanda ilan ederek çok fazla abartmıştı.
Öyle ki; insanlık âleminin çok büyük bir çoğunluğunun gelir adaletsizliğinden yakındığı, sağlık ve sosyal güvenlik sistemlerinden mahrum kaldığı bir dönemi, insanlığın son dönemi olarak ilan etmenin büyük bir talihsizlik olduğu çoğu yazar tarafından dile getirilmiştir.
İnsanlara kan ve gözyaşından başka bir şey göstermeyen komünist sisteme geri dönülemeyeceğine göre elbette bambaşka ekonomik ve sosyal yaşam biçiminin ortaya çıkacağı; akla uygun gelmektedir.
Zaten komünizm ve sosyalizm aynı kapitalist sistem gibi ücretlilik esası üzerine kurulmuş bir çalışma ilişkisini öngörmektedir. Bunun yerine insanların kendi işlerine sahip olduğu bir ekonomik sitsem çok daha cazip ve akılcı olacaktır.
İşte korona virüsü ile birlikte işyerlerinin topluca terk edilerek çalışmaların evden yapıldığı yeni bir dönemin ucu görünmeye başlamıştır. Daha önce otomasyon ve robot teknolojisi ile birlikte işçilere çok az gereksinim duyan bunun yerine bilgisayar programcılığının önem kazandığı bir zaman aralığını zaten yaşamıştık.
Evlere kapanarak ortaya çıkan bu yeni çalışma biçimi ile birlikte yeni bir dönemi öngörebilme imkânına sahip olduk. Şimdi sırada büyük kapital sahiplerinin çeşitli spekülatif oyunlarla veya sömürü çarkları sayesinde elde ettiği büyük firmaların gerileme sürecine gelmiştir.
Artık ekonomide dev şirketler yerine küçük ve orta ölçekli firmalar daha fazla yer edinebilecektir. Hatta çok az sayıda kişinin sahip olduğu küçük ölçekli firmaların sayıca artacağı bir dönemi öngörebiliriz.
Bundan 100 yıl önce “Malikiyet ve Serbestiyet Devri” fikrini ortaya atan Said Nursi’den çok şey öğrenilmesi gereklidir. Zira hürriyeti ve özgürlüğe kavuşturulmuş zaman kavramını ancak bu şekilde anlayabilmek mümkündür. Konuyu biraz açalım ve daha anlaşılabilir bir seviyeye getirelim.
Çalışma yaşamında insanlar genellikle “bağımsız çalışanlar” ve “bağımlı çalışanlar” olarak iki ana grupta yer alırlar. Çalıştıran ile çalışan arasında sıkı bir bağımlılık ilişkisi vardır. Bağımlı olarak çalışanların tümü, iş hukuku açısından “işçi” olarak kabul edilir. Devlet ve kamu kuruluşunda çalışanlar ise “memur” olarak adlandırılırlar ve bunların durumu idare hukuku açısından ele alınır.
Bu anlamda işçi, işverenle yaptığı sözlü ya da yazılı sözleşmeye dayanarak, ister bedensel ister zihinsel nitelikte olsun, herhangi bir işte ücret karşılığı çalışan kişidir. İşveren ise genel anlamda bir kimseye yaptığı iş karşılığında ücret ödeyen kişidir. İşte insanlar doğası gereği esir ve bağımlı olarak çalışmak istemediği gibi ücretli olarak da çalışmak istemezler.
Malikiyet ve Serbestiyet Devri’nde ise serbest çalışan ve girişimcilerin sayısı; ücretlilerin sayısından çok fazla olacaktır. Günümüzde özellikle Batı dünyasında ücretli çalışanların oranı %92 gibi maksimum bir düzeye yükselmiştir. Demek ki Said Nursi’nin öngördüğü bu yeni devire henüz ulaşamadığımız görülmektedir.
Fakat yaşanan gelişmeler çok hızlı bir şekilde cereyan etmektedir. Sadece son beş yılda bilişim teknolojileri sayesinde yüzlerce yeni meslek dalı ve çalışma biçimi ortaya çıkmıştır. Kendi işinin sahibi olarak çalışanların ücretli olanlardan daha fazla sayıya yükseldiği bir dönem pek yakında ortaya çıkmak üzeredir.
- yüzyıl ve sonrasında gelişen teknoloji ve iletişim imkânları ile insanlığın sınıf değiştireceği, yani işçi olanın devamlı işçi olarak kalmayı istemeyeceği, elde ettiği bilgi ve eğitimi sayesinde kendi işinin patronu ve emeğini kendi imkânları ile pazarlayabilecek konuma geleceği artık daha çok dillendirilmektedir.
İşte Malikiyet ve Serbestiyet devrinde insanların ücretli değil, işyerlerinin sahibi veya ortağı olarak çalışmak isteyeceğini söyleyebiliriz. Bu durumda daha adil bir gelir dağılımının meydana geleceğini de rahatlıkla söylenebilir.
Apple, Pixar, iPod, iTunes ve daha birçok şirketin kurucusu ve yöneticisi olmuş Steve Jobs’un ücret ile ilgili tutumu dikkate değer. Ücretli olmak yerine sahip olma yani malikiyetin tercih edildiğini gösteren en çarpıcı delillerden bir tanesi olarak da gösterebiliriz.
Jobs, ilk yıllarda NeXT’ten hiç maaş almamış; ta ki evliliğinde sosyal güvenlik yasaları gereğince Pixar’da 50 dolar almak zorunda kalmıştı. Apple’da bile, şirket ayağa kalktıktan ve CEO’su için ciddi bir bütçe ayırabilecek hale geldikten sonra maaşı; sadece sağlık sigortası alabilmek için kabul etmişti. Çünkü Jobs, bir işin sahibi olmakla maaşlı çalışmak arasındaki ayırımı net bir şekilde belirlemişti. Maaş kabul etmek ona sevimsiz bir fikir gibi geliyordu ve geleceğin farklı bir şekilde olacağını kavramıştı.
Jobs öleli çok oldu. Fakat onun fikirleri ve ortaya çıkardığı süper oyuncakları önemli olmakla birlikte ücret konusunda yeni düşünceleri de tartışmaya açmıştır. Günümüzde ücret konusunda çok farklı bir anlayış yerleşmeye başlıyor. Örneğin robotlar artık insanların yaptığı birçok işi haftanın yedi günü 24 saat hiç itiraz etmeden yapabiliyor. İşin ilginç tarafı bunlar ücret falan da istemiyorlar. Demek ki robotların işyerlerimizi işgal edeceği gelecek zamanda çok farklı çalışma ilişkilerine sahne olacağı düşünülmektedir.
Türkiye’nin son dönemdeki çatışma alanları olan Suriye ve Libya’daki en etkili silahlarından bir tanesi silahlı insansız hava araçları (SİHA’lar) olmuştur. ABD ve Batılı müttefiklerimizin ülkemizden esirgedikleri bu geleceğin en etkili silahlarını hem de en iyilerini ülkemizde üretmeye muvaffak olmuş durumdayız. Allah emeği geçenlerden razı olsun…
Hiçbir asker kaybı riskine girmeden düşmanların en hassas tesislerine ölümcül darbeler vuran bu uzaktan kumanda teknolojisi; şimdi bir virüs sayesinde daha da sık kullanılmaya başlandı. Yerleşik çalışma ilişkileri, kalıplaşmış üretim ve tüketim şekilleri yepyeni bir döneme girmemize neden oldu. Korona virüsü belli ki insanlık tarihinin köşe taşlarından birisi olacak gibi görünüyor.
Salgın hastalık tedbirleri nedeniyle eğitim durmadı. Fakat evlerden internet ve televizyonlar aracılığı ile yapılmaya başlandı. Keza bazı işyerleri kapalı tutulduğu veya çok az insanla çalıştırıldığı halde faaliyetler belirli bir hızla devam ediyor. Toplantılar online olarak evlerden yapılabiliyor ve işyerlerine gitmeye gerek kalmadan çalışmalar internetin bulunduğu mekanlardan rahatlıkla yapılabiliyor.
Her geçen gün yapay zekâ ile donatılmış makinelerin sayısı artıyor. Üstelik birbirleri ile iletişime geçerek insanların müdahalesini en aza indirecek şekilde tasarlanıp çalıştırılabiliyor. Savaşlarda sıklıkla karşılaştığımız insansız hava araçları teknolojisi, sivil hayatta da karşımıza çıkmaya başladı. Örneğin İstanbul’da insan olmadan hareket eden metro ağları uzun zamandan beri kullanılmaya devam ediyor.
Ülkelerin insansız denizaltı üretim çalışmaları ise çok gizli bir şekilde devam ediyor. Geleceğin belki de en etkili savaş araçları bunlar olacak. Keza insansız tanklar ve güdümlü mermilerdeki gelişmeler korkunç derecede hızlı bir şekilde artarak devam ediyor.
Yıllarca askerlik yaptığım için ister istemez bu konudaki çalışmalar dikkatimi çekmiştir. Fakat daha önemlisi; öncelikle silahlı kuvvetlerin ihtiyaçları için üretilen bu akıllı araçlar, sanayi ve ticarette nasıl kullanılacak? İşte biraz da buna kafa yormak gerekiyor.
Bugün sivil hayatta çok sık kullanılan uçak, gemi, radar, sonar hatta nükleer enerji ve daha birçok araç ilk olarak savaşlarda kullanıldı. Savaş sona erdikten sonra geliştirilen bu teknolojiler, sivil hayatın vazgeçilmez birer parçası oldular. Düşünün bir kere savaş uçakları olmadan sivil jet uçakları yapılabilir miydi? Veya havaalanlarında uçakların sevk ve idaresinde kullanılan radar ve telsiz cihazları geliştirilmeseydi, bu seviyeye gelebilir miydik?
İşte bir salgın hastalıkla yapılan mücadele ve savaş sonrasında ekonomik ve sosyal hayatta çok büyük değişimlerin baş göstereceğini düşünebiliyoruz. Daha önce hayal deyip üzerinde durulmayan fikirler, şimdilerde tatbik safhasına girmeye başladı bile. Öyle ki çalışma hayatında bunun karşılığı çok büyük ölçekte görülecektir.
Şirketlerin evden çalışmaya alıştıktan sonra tekrar eski usule bir daha geri dönmeleri biraz zor görünüyor. Şöyle izah etmeye çalışalım. Eskiden yüzlerce insanın çalıştığı işyerlerinde muazzam bir insan trafiği meydana geliyordu. İnsanlar sabahın erken saatlerinde yollara düşüyor günün belirli saatlerinde öğlen yemeği ihtiyacı için mesaiye ara veriliyordu.
Fakat uzaktan kumandalı çalışma şeklinde yıllardan beri uygulanan bu sistemler büyük bir değişikliğe uğramış olacaktır. Sekreterler, odacılar, yemekhaneler, güvenlik elemanları, temizlikçilere kısaca yardımcı hizmet elemanlarına artık bu kadar ihtiyaç kalmayacak. Sayıca çok oldukları için yüksek masraflara yol açan bu işleri, çalışanlar kendi evlerinden bizzat karşılamak durumunda kalacaklardır.
Uzaktan çalışma yaygınlaştıkça mesai saatlerinde görülen trafik sıkışıklıkları da ortadan kalkacaktır. Üstelik haftada beş gün ve sekiz saat olarak uygulanan çalışma saatleri, haftanın yedi gününe ve 24 saatine dahi yayılma imkânı olacak.
Fabrikalarda işçiler yerine akıllı makineler ve robotlar da bu mesai biçimine alışacaklar. Elbette bu yöntemle üretim çok daha fazla artarak her geçen gün artan dünya nüfusunun ihtiyaçlarını karşılamaya çalışacak.
Bununla birlikte bazı işler zorunlu olarak insanlar tarafından yapılacak. Örneğin annelik. Dünyanın en kutsal mesleği olan annelik mesleği, ruhsuz ve kişiliksiz robotların eline verilemez. Bunun yanı sıra bazı mesleklerde de otomasyon nedeni ile çalışan sayısı azalsa da; tamamen sona ermesi mümkün değildir.
Otomasyon, yapay zekâ ve uzaktan kumanda teknolojilerinin gelişmesi benim mesleğim olan denizcilikte de değişimlere yol açacak ve açmıştır. Biraz da bundan bahsetmeye çalışalım:
Aslında insansız gemiler ve araçlar halen üretilip kullanılmaktadır. Örneğin Rotterdam gibi çok büyük limanlarda akıllı cihazlar, insansız bir biçimde gemilere yükleme ve boşaltma yapabiliyor. Fakat insansız gemilerin seri üretimleri ve çalışması için biraz daha zamana ihtiyaç var. En azından halen deneme ve test çalışmaları yapılan bu gemilerin dünya genelinde kullanılması öyle pek çabuk olmayacaktır.
Geleceğin akıllı insansız gemilerini kullanacak kaptanlar, bu işi yaparken uzaktan kumanda ederek yönlendirecekler. Bu arada gemide bir de bilgisayarlardan meydana gelmiş “sanal kaptan” bulunacak. Gemiler ise çok uzaklarda bulunan “sanal kaptan köşkünden” kumanda edilecek…
“Marlow Navigation” adlı bir özel şirketin gerçekleştirdiği bir Panel’de, bu yıl yani 2020’de bu gemilerin denizlere açılması planlanıyordu. İnsansız akıllı yük gemisini piyasaya sürmeye hazırlanan “Rolls Royce” firması, denizcilik dünyasındaki olumsuz gelişmeler yüzünden bu konudaki tasarımlarını tam olarak gerçekleştiremedi. Fakat ciddi ilerlemeler de sağlanmış oldu.
Yıllar önce “Blue Ocean” adlı araştırma ekibi tarafından geliştirilen ve kaptanların gemileri sanal bir kaptan köşkünden kumanda edebilecekleri sistemi anlatan bir belgesel film gösterilmiş bu teknolojide gelinen en son nokta gözler önüne serilmişti. Şimdi bu hayali uygulamaya çalışıyorlar.
Firma tarafından geliştirilmekte olan bu insansız yük gemisinde, sadece yapay zekalı bilgisayarlar ve bildiğimiz denizcilik donanımları mevcut olacaktır. Bu yüzden gemilerde kamaralar, kaptan köşkü, cankurtaran botu hatta güverte bile yoktur. Böylece gemide yük taşımak için daha fazla alan açılmış oluyor.
Jules Verne’nin romanındaki Nautilus denizaltısı gibi su üstüne çıkmış bir balinayı andıran tasarıma sahip bu gemiler, çevre dostu motorları sayesinde de oldukça sessiz bir şekilde hareket edecektir. Tüm bunları mümkün kılmak için de gemilere bilgisayar tarafından kontrol edilen pek çok farklı sensor yerleştirilmiş durumdadır. Bilgisayar ile emniyetli hareket için kameralar, kızılötesi sistemler, mikrofonlar, radar, lidar, sonar ve GPS‘ten ve daha nice yeni teknolojilerden yararlanılmaktadır.
Bu gemilerin üretimi ve işletmesi ekonomik yönden uygun bir maliyetle yapıldığı takdirde çok fazla sayıda benzerlerini görme imkânına sahip olacağız. Peki, kaptanlık mesleği ölecek ve benim gibi insanlar işsiz mi kalacak?
Hayır. Gemilerde çalışan insanlar yerine bilgisayar başında gemileri kontrol eden kaptanlar ve mühendisler bulunacak. Fakat bu denizciler, fırtınanın içinde değil evlerinde veya uygun şartların bulunduğu işyerlerinde çalışacaklar. Vardiya sistemi devam edecek. Telsizle yapılacak görüşmeler ve günlük raporlarla bildirilmesi gereken değerler bu kaptanlar tarafından yapılacak.
Bu yeni sistemde 10 kişinin yaptığı bir işi artık tek bir kişi yapabilir hale gelmektedir. Elbette sonuç olarak işletme maliyetleri önemli miktarda düşük olacaktır.
20 yıl önce “makinisti olmayan trenler olacak” deseler, şaşırırdık ama şimdi bu durum bizlere normal geliyor. Aynı şekilde “insansız deniz araçları ile de geliştirilen projeler hayata geçirilecek” dediğimiz zaman; bunu hayali ve ütopik bulanlar çıkacaktır. Fakat teknoloji öylesine hızlı değişiyor ki bu durumu dar düşünceli insanların anlaması biraz zordur.
Elektronik seyir araçları her geçen gün artarak denizciliğin zorunlulukları arasında yer almaktadır. Örneğin Elektronik seyir haritaları (ENC) ve Elektronik seyir görüntüleme panellerinin (ECDIS) belirli bir tonajın üzerindeki yolcu gemileri ve tankerlerde kullanılması mecburi hale getirilmiştir. Belirli tonajın üstündeki yük gemilerinde ise 1 Temmuz 2018 tarihinden itibaren zorunlu olmuştu.
Ayrıca denizcilik eğitim kurumlarında “Elektronik Seyir” dersleri mecburi hale getirilmiştir. Daha önce İstanbul Üniversitesi Deniz Ulaştırma İşletme Mühendisliği bölümünde bu dersin hocalığını yaptığım için dikkatimi daha çok çeken bu yeni teknoloji; yeni bir yüzyılın da habercisidir.
Teknolojinin hızına bir türlü yetişilemiyor. Bugün kullandığımız teknolojinin yerini neyin alacağını şimdiden bilemesek de tahminlerde bulunabiliyoruz. Belki bu konuda çalışan bilim adamları çok ilginç keşiflerde bulunacaklardır. Örneğin; enerjinin gemiye verdiği hareket üzerinde büyük verim kayıplarının yaşandığı pervane yerini alacak yeni bir tasarımlar üzerinde çalışılmaktadır.
Bu yeni çalışma ilişkilerinde yeni meslek alanlarının doğması beklenmektedir. Örneğin sadece denizcilikte değil belki her alanda “siber güvenlik” konusunda çok daha fazla çalışanları göreceğiz. Milyonlarca dolar değerindeki gemilerde bile hala eski yazılımlar kullanılmakta olduğu için geleceğin en önemli mesleklerinden birisi olarak bu sektörü sayabiliriz.
Siber güvenlik denildiğinde sadece uzaktan kumanda edilen cihazlar ve gemi sistemleri akla gelmemelidir. Halihazırda insanlarla birlikte kullanılan cihazlarda da bu risk bulunmaktadır. Siber emniyetten kasıt “emniyet riskidir”. Yani makinelerin istenmeyen şahısların eline geçmesi ve kontrol edilmesidir.
Bu konuda yapılan bir araştırmada bir grup insana “Hiç siber saldırıya maruz kaldınız mı?” sorusunu yöneltildiğinde; cevap verenlerin yüzde 21’i ‘Evet’ derken, yüzde 57’si ‘Hayır’ ve yüzde ‘22’si de bilgilerinin olmadığını söylemiştir.
İşte öyle bir zamana yaklaşıyoruz ki çalışma ilişkilerinden tutun da sosyal ve siyasi yaşama kadar birçok değişikliğin gerçekleşmesi imkânsız değil sadece zaman meselesi olmuştur. Bu konuda geleceği öngörmek adına Korona Sonrası dönem; “Özel Mülkiyet ve Hürriyet Devri” çalışmasının yeni fikir ve ufuklara yelken açacağını umuyorum, vesselam…
Aylık Dergisi 188. Sayı, Mayıs 2020