Hak veya batıl, insanın inanma haysiyetini koruduğu her yolda “oluş”a engel yobaz tipi belirmiştir. Hak yolda tekâmüle, batılda ise hak yola eriş ihtimaline engelci kesilen yobaz, her türlü ideoloji, kültür, meşrep ve hayat tarzını ifade eden topluluklar için de başbelasıdır.
Belli bir inanışla dışında, insanın duygu, düşünce ve davranış faaliyeti belirttiği -kendini ifade ettiği- her yerde yobazlık bozgunculuğun öncüsüdür.
Yobazlık şuurda bir donma hali, apışma… Hâlden anlamazlık… Nemelazımcılık… Hissizlik… Hazıra konan, herhangi bir iş, emek ve faaliyetin çilesinden kaçan… Yobaz, el emeği, göz nuru her işi batırmada mahir… Nerede bir kıymet varsa onun celladı…
Kalplere yobazın ağzından ulaşmış her tesir, bilinmeli ki o kalbi lekelemiştir; geçmiş olsun. Yobazda yeni hâl ve tecelli anında nefret ve kaçış söz konusudur. Onda hadiseleri muhakeme çabasına karşı kapalı devre ve kaba reflekslerle inkâr eğilimi hakimdir.
Hayatta kavranması gereken her yeni oluş ve gerçeğin belirişinde nüans, fark veya değişime dair dinamikleri damgalayan yobaz, karanlığa odaklanmış müzmin bir firaridir.
İfrat ve tefrit arası görüş mesafesini kokutan bir ifrit, idrak müptezeli.
O bir “sağır şuur” vakasıdır ve tüm muvazene belirişlerini zehirleyici, temyiz kabiliyetinden mahrum bünyedir. Alman teorisyen Horkheimer’in ifadesiyle “akıl tutulması”nı yaşatan bu bünye, barındığı her yerde toplum genelinin şuur seviyesini sakatlayan, gerileten, donduran, “iyi, doğru ve güzel”e engel teşkil eden bozguncu seciyesiyle ve kelimenin tam anlamıyla “iç düşman” konseptinde değerlendirilmelidir.
Yobaz bütün zarafet ve inceliklerin düşmanıdır. Onda hiçbir ilim ve estetik bütünlüğüne katkı kabilinden müsbet tavır ve oluş çabası beklenemez.
İnsanlar için her yeni çevre, o çevreye aidiyetiyle kimlik kazanmasını temin edici vasatı teşkil ettiği gibi, aynı vasat, kişideki toplum şuurunun muhtevasını da sorgulamayı zorunlu kılan kritik mevzuudur. Böylece fert ve toplum muvazenesinin, değişen şartlarla birlikte hep yeniden kurulması beklenir.
İnsan, toplum içinde bir nesne veya eşya değil, şuur sahibi, yani bir şahsiyettir. Bu realite, fert ve toplum hayatını düzenleyici iddiaya sahip her türlü inanç, ideoloji, mezhep, hareket, örgüt veya devletin de meşgul olduğu bir mesele olagelmiştir. Öte yandan günümüz sistemlerinin insan ve toplum kavrayışında “yaşanmaya değer hayat” hakkını ıskalamakla mevcut beşerî kriz, kendi kısır döngüsünü yaşatmaktadır.
Ancak mevzu yobazlık olunca durum daha da çetrefilleşiyor. Toplumda rol sahibi bir kişilik atfetmekle büyük tehlike arzeden yobaz tipi, toplumu herhangi bir iş veya organizasyonda bulunamaz hale sokup yıkıma sürükleyebilir.
Öyle bir bünye ki, yaş ayırmaksızın herkese musallat, insanda içe dönük hayatı da, topluma dönük bilinci de saptırıcı… Yobazda toplum hayatına dair faydacı bir gaye ıstırabı olmadığı gibi, zatıyla “his iptali”ni de ifade eder.
O ne bir alıcı, ne de vericidir. Odunda etkileşim neyse, yobazda o kadar… Yobaz, tüm varlığını ve sözde hayatını, toplumda mevcut tahammül durumlarından kazanır. Yobazdaki zihniyet “zaman dışı” olduğundan, toplum düzeninin dışında bir cibilliyet taşır. Nitekim hayvanlar âleminde “zaman şuuru” aranmaz.
Topluluk içinde bölücü, kışkırtıcı, diyalog sabotajcısı yobaz, her türlü iyiliğin düşmanıdır ve kesinlikle uzak durulmalıdır. Onu, kafamızdaki hiçbir mevzuun hiçbir noktasına iliştirmemeliyiz. O, herhangi bir meselede idrak zevkine kastedici iğrenç bir şirret yumağıdır.
Bilindiği gibi akıl, her ne kadar mücerret meseleler karşısında belli bir metod ve bu metoda dair düzen mefhumu ile içiçe faal olsa da, eşzamanlı olarak genişliğine mekânda yayılırken eşya ve hadiseleri fetih haysiyetini gözetir. Aklın kendini kurarken açıkladığı her mefhum, tezatsız bir bütünlük tesisi ve gerçeklik kasdıyla (şuur) teklif edilirken, bu teşebbüste belli bir inanışın kabulü de bahis mevzuudur.
Yobazda düşünce, şuur ve akla dair kabullerde herhangi bir inanış tasası bulunamayacağı gibi, aklın eşya ve hadiselerde gayesi olan itibar davasına dair tüm hassasiyetler keskin inkâr ve tahriple karşı karşıyadır. Yobaz, insanın müspet oluş gayesinin adi bir istismarcısıdır.
“Lafın çoğu ahmak olana söylenir” demiş büyüklerimiz…
Bu cümledeki ahmak yerine yobazı koyalım; buradaki mânâ değişmeyecektir.
Tıpkı “ahmak, kalbe ve ruha dağınıklık verir…” ihtarında değişmeyeceği gibi…
Yobaz tipte bazı özellikler çok açıktır;
Hangi mesele olursa olsun sığ, kaçak, münkir ve kasıktır.
Yobaz, içinde bulunduğu şartlardan gafil, etrafını yaftalayarak, hakikati tekfir ederek kaçar. Özeleştiri ve sorgulamayı tehdit olarak algılayan bir putperesttir yobaz…
Muhatabının oluş gayesine hainlik güden nefs putperesti!..
Yobaza “görüş” sorulamaz; kişiyi kör eder. Yobazı “anlamaya çalışmak”, ahmağı anlamaya çalışmaktan farksız, boş bir çaba sayılmalıdır.
Her şeyi ters yüz eden ahmak sınıfından birinin anlaşılabileceğini sanmak, akl-ı selimliği, “ben idraki”ni hiçe saymak değil midir?
Bu bakımdan yobazda hususi bir idrak aramak da yobazlığa alâmet olsa gerek…
Güzel sözü, varlık hikmetini, idrak zevkini, ibret hissini, ölçü emniyetini, ders ve hüküm kıymetlerimizi mahveden yobaz tipinden olanca gücümüzle kaçmalıyız.
Yobazlık, her nevi sıhhatli duygu ve düşüncenin, doğru tavır ve eylemin daima aleyhine şartlanmış bir zihniyettir. Böylesine vahşi güdülere sahip olanı insan nev’inden saymak nasıl mümkün olabilir?
Psikolojik vakıa olarak yobaz mizacı, bazen cinayet sebebi olacak kadar ileri gidebilir; çünkü o aynı anda potansiyel bir azmettirici ve bir tetikçidir.
Üstad Necip Fazıl, yobaz tipini “dini içten yıkan kafir” olarak niteliyor;
“Dini, nefsinin karanlık bodrumuna indirip, boğan...”
Dinde gizli (İslâm!) hayata ve oluşa dair bütün sırları hiçe sayan, “halinin şuuru”na varma çabasından, her türlü müsbet oluş ihtarından uzak gamsız soyu… Tersine tekâmül…
İşte yobazı ahmak tipiyle eş saymanın tam sırası;
“Ahmağa yüz, aptala söz vermeye gelmez…” demiş atalarımız.
Bir alimimiz, “ahmağa cevab ancak sükûttur.” buyuruyor.
Bir Afrika atasözü, “Bilge her şey bilmez, sadece ahmak her şeyi bilir.”
“Ahmaktan kaçın…” buyurulmuştur.
Bir ibret dersi de, Hazreti İsa ile bir ahmağın/yobazın hikâyesinin anlatıldığı Mesnevi’de geçiyor:
Hazreti İsa bir gün arkasına endişeyle bakarak kaçıyormuş.
Adamın biri bu durumu görmüş, merak etmiş:
“Arkanda kimseyi görmedim ama sen kaçıyorsun, kimden kaçıyorsun?”
Hazreti İsa cevap vermeden koşmaya devam etmiş.
Adam peşine takılmış. Biraz yaklaşınca bağırmış:
“Ne olur biraz dur da söyle, çok merak ettim neden kaçtığını; arkanda ne insan var ne de hayvan?”
Bunun üzerine Hazreti İsa durmuş, adamın yanına gelmiş ve şöyle demiş:
– Ben bir ahmaktan ve bütün ahmaklardan kaçıyorum…
Adam şaşırmış:
– Körlerin gözlerini, sağırların kulaklarını açan sen değil misin?
– Evet.
– Ölüleri dirilten sen değil misin?
– Evet benim.
– Topraktan kuşlara can veren sen değil misin?
– Evet benim.
Adam biraz daha meraklanmış:
-Bunca mucizeyle anılan Hazreti İsa bir ahmaktan ve bütün ahmaklardan neden kaçar?
-Dinle… demiş Hazreti İsa; Bütün dediklerin doğru… Körler için dua ettim gözleri açıldı. Sağırlar için dua ettim kulakları açıldı.
Cansız bedenler canlandı. Ama ahmağın gönlüne ve kafasına hiçbir şey sokmayı başaramadım. Konuştum kafasına girmedi. Okudum yüreğine gitmedi. Yüzlerce kez okudum. Binlerce kez anlattım. Ama ahmak, ahmaklar sadece bir kaya parçasına dönüştü. Ne kafaları kımıldadı ne de yürekleri. Böylece ahmaklardan her türlü kötülüğün gelebileceğini anladım; bu yüzden bütün ahmaklardan kaçıyorum…
Aylık Dergisi 187. Sayı, Nisan 2020