Adım Anılınca Orada Olamam!

‘Hayat Güzeldir’ filminden aklıma kazınan güzel bir bilmece bu!

Cevap: Sessizlik…

Bazı şeyler vardır ki hayatta, söylediğinde ona karşı aidiyetini kaybedebilir insan… Ya da inkâr ettiğinde kaybetmiş olmaz…

Düşünüyorum da, iman da böyle bir şey olsa gerek.

“Düşünüyorum! Öyleyse varım!”

Varlığım, düşüncemle sabittir. Neyleyeyim ki, düşünmekten ırak olup da; var olduğunu iddia edip ‘yok’ kavramına akıl erdiremeyen faniyi… Mesele, ulaşmak da değil aslında. Tamamen kavramak… Sadece ulaşma ideali için çırpınmak lazım. Ulaşamayacağını bilse de insan.

Hamd olsun o zaman… Biz, bizden öncekileri çürüterek, yükseldiğini iddia eden fikir soytarıları, akıl ukalalarından beri olarak; inşâ ede ede gelen bir tefekkür ehli medeniyetinin göğe erişemese de uzanmak için devamlı büyüyen dallarıyız! Bu dallar olmaya mecburuz ki, varamayacağını bildiğimiz bu noktaya yaklaşalım. Evren genişliyor, kıyamette daralacak. Ve işte o ulaşılamaz noktaya en yakın noktada bulunacak olanlar, kazananlardan olacak. Matematikçiler daha iyi anlar aslında bunu. Süreklilik ve limit…

“Aramakla bulunmaz! Bulanlar arayanlardır…”

Şimdi meselenin özüne doğru giderken, kümelenmiş özler bütünlüğüne şahit oluyoruz.

“İman” etmek… “Bilemez ki insan!” diyor, akıl ile doğru olarak kabul edilmesi en mümkün zıtlığa ulaşan adam. Bilemese de, mutlak bilgiye nispetle, bilme uğrunda sarılmaz bir temele sahip olarak, asıl inanç gayesinden uzak olan putvârî düşüncesiyle söylemese, belki kurtarabilir kendisini…

“İman etmedim!” diyerek, kendine iman ettiğini keşke kavrayabilseydi…

İşte o zaman, çözülecekti tüm bilmeceler…

“Adı anılınca orada olamayan sessizliğe karşı; ‘iman etmedim’ diyerek de ‘imanı yok’ sayamamanın denkliğini idrak meselesi bu aslında…

Sadece biraz emek ve anlamak için öğrenmeye yönelmek… Bilmek için bilmek kadar boş bir şey yok çünkü. Bildiğini, kendi iç prensipleriyle harmanlayıp bir şeyleri geliştirebiliyorsa eğer; bildiğinin bir değeri vardır insanın. “Kendimi geliştiriyorum, düşüncelerim şekilleniyor…” diyor, ne dediğini bilmeden hem de. Bir şeyin şekillenmesi için, başta bir şeyin olması lazım… Bir kabul noktası… Adamın tek kabulü, aklıyla reddetmesi… Yani aklı… Yani, dini kaldırıyor ama, yeni bir din kuruyor! Kendi dini… Aklının dini…

Aklı ile reddettiği ‘Tanrı’ kavramını yıkmıştı ama, aslında kendi aklını tanrılaştırdığının farkına varamadan kaybetmişti; kazandığını sandığı savaşı, daha başlayamadan…

Akılla öğrenilebilecek olanın sınırına varmadan akıldan vazgeçmek…

Hulasa, en harika metodu Tasavvuftan buluyoruz:

“Bu iş; ne akılla olur ne akılsızlık…”

Vesselam.

Yazar: Fatih Duruk

Aylık Dergisi 187. Sayı, Nisan 2020

Yazar

Bir yanıt yazın