Kocaeli Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof Dr. İrfan Kaya Ülger: Akdeniz’de Türkiye’yi Dışlayan Hiçbir Planın Başarı Şansı Yok  

Akdeniz’in Türkiye için önemi nedir? Akdeniz’de çeşitli amaçlarla güç bulunduran ülkeleri dikkate aldığımızda, mevcut dengeler içinde Türkiye için hangi boyutlarda tehditler söz konusudur?

Ben Türkiye’nin çok coğrafyalı bir ülke olduğuna inanıyorum. Türkiye, hem bir Avrupa ülkesi, hem Karadeniz ülkesi, hem Ortadoğu ülkesi, hem de Akdeniz ülkesidir. Türkiye, Doğu Akdeniz’in en önemli bölgesel aktörüdür. Doğu Akdeniz’in etrafındaki ülkeler bir zamanlar Osmanlı toprağı idi. Akdeniz coğrafyası esas itibariyle Türkiye’nin hayat sahasıdır. Türkiye’nin bu coğrafyada bulunan devletlerin yönetimleri ile ikili ilişkilerinde zaman zaman sorunlar yaşanabilir. Fakat hangi etnik kökenden olursa olsun, bölgede yaşayanlarla, Akdeniz halkları ile yakın kültürel bağlar içerisindeyiz. Akdeniz, günümüzde küresel ve bölgesel güçlerin güç gösterisine sahne olmaktadır. ABD’nin 6. Filosu Akdeniz’dir. Rusya, Hafız Esad döneminde Tartus’da kurduğu deniz üssüne ilave olarak yakın zamanlarda Hmeymim’de kara üssü açmıştır. İngiltere’nin Kıbrıs’ın Rum Kesimi’nde üsleri vardır. Kıbrıs Cumhuriyetinin kurucu belgeleri olan Londra ve Zürih Antlaşmaları’nda yeni devlet kurulurken bu devletin içindeki iki bölge Agrotur ve Dikelya, İngiltere’ye bırakılmıştır. Yakın zamanda İngiltere, Kıbrıs Rum Yönetimi ile anlaşma yaparak bu üslerde 17 olan savaş uçağı sayısını 138’e çıkarmıştır. Kıbrıs Rum Yönetimi ayrıca Kıbrıs’ın Mari bölgesinde Fransa’ya deniz üssü kurulması için bir bölge tahsis etmiştir. Görülebileceği üzere Akdeniz günümüzde ABD, Rusya ve Avrupa ülkelerinin donanma ve savaş uçakları müzesi haline gelmiş vaziyettedir. Bölgedeki askeri rekabetin ve yığınağın bir düzineye yakın sebebi var. Tabii en başta Arap-İsrail çatışması gelmektedir. Bu kronik sorun 70 yıldır çözümlenememiştir. Zaman içerisinde Filistin tarafı güç kaybetmekte, buna karşılık ABD ve Batılıların desteği ile İsrail’in kazanımları artmaktadır. İkinci olarak, Ortadoğu bölgesi 2010’dan beri Arap baharının neden olduğu istikrarsızlıkla karşı karşıyadır. Suriye, Libya,Yemen, Mısır gibi ülkeler hâlâ Arap baharının neden olduğu sıkıntılardan kurtulabilmiş değildir. Bu ülkelerde yoğunlaşan çatışmalara global ve lokal güçler doğrudan veya dolaylı biçimde müdahale etmektedir. Bölgede askeri yığınak yapılmasına sebep olan bir başka olay da, son 10 yılda Doğu Akdeniz’de yeni doğalgaz rezervlerinin keşfedilmiş olmasıdır. Bölgede bugüne kadar keşfedilen rezervlerin toplam büyüklüğü 3.5 trilyon metreküp civarındadır. Bölgedeki rezervlerin en büyüğü Mısır ekonomik bölgesinde bulunan Zohr havzasıdır. Bu havzanın rezervi 850 milyar metreküp seviyesindedir. İsrail bölgesindeki Leviathan’ın rezervi 628 milyar metreküp ve Kıbrıs Rum Yönetimi’ne ait Afrodit ekonomik bölgesinin toplam rezervi ise 140 milyar metreküp düzeyindedir. Doğu Akdeniz’de keşfedilen doğalgazın bölge ülkeleri için hayati ehemmiyet taşıdığına kuşku bulunmamaktadır. Ama bu havzalardaki rezervlerin çıkarılması ve Hayfa, Kıbrıs, Girit, Pelepones üzerinden Avrupa’ya EastMed adı verilen boru hattı ile taşınması projesi rantabl değildir. Doğu Akdeniz doğal gazı için en rasyonel, en ekonomik seçenek İsrail ve Lübnan üzerinden Türkiye’deki doğalgaz boru ağına bağlanmaktır. Akdeniz ayrıca bizim için Libya arasında 27 Kasım 2019’da imzaladığımız münhasır ekonomik bölge sınırlandırması anlaşması nedeniyle önemlidir. BM tarafından tanınan Sarraj hükümeti ile imzalanan anlaşma sonrasında Türkiye’nin Akdeniz’deki münhasır ekonomik bölge genişliği 186 bin kilometrekare olmuştur. Öte yandan Türkiye, Kıbrıs Rum Yönetiminin yapmış olduğu münhasır ekonomik bölge sınırlandırma anlaşmalarını kabul etmemektedir. Zira, Rum Yönetiminin yapmış olduğu anlaşmalarda KKTC’nin hakları ihlal edilmiştir. Türkiye, hem kendi bölgesinde, hem de KKTC ile yapılan arasında yapılan anlaşma gereğince Kıbrıs münhasır bölgelerinde savaş gemileri eşliğinde sondaj ve araştırmalar yapmakta, bölgenin zenginliklerini denetim altında tutmaktadır. Türkiye’nin Akdeniz’deki faaliyetleri Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan tarafında AB ve BM’ye şikayet edilmektedir. Dolayısıyla Akdeniz’de bulunan donanmamızın görevi hem araştırma ve sondaj faaliyetlerine destek sağlamak, hem de bölgede hükümran olduğumuzu dosta düşmana göstermektir. Bir başka şekilde ifade etmek gerekirse Türk donanması ulusal çıkarlarımızı korumakta, Türkiye’ye yönelik her türlü tehdide karşı caydırıcılık işlevi yerine getirmektedir. Öte yandan Suriye iç savaşının mevcut aşamasında İdlib’de bir sıkışma hali söz konusudur. Bu durum Türkiye’nin hem karada askeri yığınak yapmasını zorunlu kılmakta, hem de denizde daimî donanma varlığını gerektirmektedir. Akdeniz ve Ortadoğu’da Türkiye’yi dışlayan hiç bir planın başarı şansı yoktur.

Türkiye’nin üç tarafı denizlerle çevrili bir yarımada olmasından hareketle, askerî-siyasi-ticarî boyutlarıyla ele alacak olursak, denizlerdeki gücünü, potansiyelini ve gelecekteki konumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye geleneksel olarak kara gücüne ağırlık veren bir askeri yapılanmaya sahiptir. NATO’da ABD’nin ardından en büyük askeri gücü olan ülke Türkiye’dir. Asya, Afrika ve Avrupa’nın kesişim bölgesinde yer alan Türkiye çok yönlü tehditlerle karşı karşıya olduğundan her zaman savunmaya ağırlık vermektedir. Hem Doğu-Batı geriliminin zirvede olduğu yıllarda, hem de Soğuk Savaş sonrası dönemde Türkiye askeri gücünü her zaman en üst seviyede tutmaya itina göstermiş ve savunmaya kaynak ayırmıştır. Son yıllarda asker sayısındaki azalma, profesyonel orduya geçiş ve yeniden yapılanmadan kaynaklanmıştır. Geleceğe yönelik projeksiyon yapan stratejistlerin Türkiye’nin hem askeri ve ekonomik bakımdan, hem de yumuşak güç unsurları bakımından ileride daha güçlü bir bölgesel aktör olacağı konusunda hemfikirdirler. Bir örnek vermek gerekirse George Freidman, STRATFOR adlı düşünce kuruluşunun kurucusu, Gelecek 100 Yılın Tarihi adlı kitabında, önümüzdeki 30-40 yıl içerisinde AB’nin dağılacağını, Avrupa’da Polonya’nın, Balkanlar ve Ortadoğu’da ise Türkiye’nin gücünün artacağını ve bu devletlerin bölgesel aktör haline geleceklerini öne sürmüştür.

Uluslararası şirketlerin faaliyetini sürdürdüğü Akdeniz’i “enerji havzası” olarak gören Amerikan Noble ve Exxon Mobil, İngiliz BP, Fransız Total, İtalyan Eni, Koreli Kogas, Hollandalı Shell, Rus Rosneft ve Novatek gibi şirketleri aracılığı ile bölge dışı ülkeler de bu bölgelerde bulunan enerji rezervleri üzerinde söz sahibi. Bu durum Türkiye’nin dış politikasını nasıl etkiler ?

Türkiye’nin bulunduğu coğrafya yani Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu, büyük güçlerin arasında bir tampon bölge görünümündedir. Gerçekten de ABD, Rusya, Çin ve AB, bu coğrafya üzerinde nüfuz ederek uluslararası alanda etkinliklerini takviye etmek istemektedirler. Doğu Akdeniz’de doğalgaz rezervleri çok yakın zamanda, 2010 yılında keşfedildi. Bu bölge doğalgaz rezervleri bulunmadan önce de büyük güçlerin mücadele alanıydı. Hiç kuşku yok ki, doğalgaz keşfinden sonra rekabet ve mücadele artarak devam edecek. Türkiye, ekonomi, sivil toplum, demokrasi, askeri güç ve yumuşak güç unsurları bakımından bölgenin en güçlü ülkesi ve kendisine en yakın ülkeden fersah fersah önde. 1980’lerin ortalarından itibaren Türkiye, giderek artan ölçüde bölge ile yakından ilgilenmeye başladı. Ben Türkiye’nin etrafında üç hinterland bulunduğuna inanıyorum. Bunlardan ilki Osmanlı hinterlandıdır. Yani Osmanlı nerelere hakim oldu ise o topraklarda Türkiye’nin kültürel ağırlığı vardır. İkincisi İslam hinterlandıdır; Türkiye, 57 İslam ülkesi içerisinde bir takım göstergeler bakımından en demokratik, dini ritüelleri yerine getirmeye riayet eden, her türlü siyasi görüşün tartışılabildiği ülkedir. Bu yapısıyla İran’dan, Suudi Arabistan’dan, Mısır ve Pakistan’dan ayrılmaktadır. Üçüncü olarak Türkiye, SSCB sonrası dönemde ortaya çıkan Türk dünyasının bir parçasıdır. Türk devletlerinin sayısı günümüzde yediye yükselmiştir. Dolayısıyla içinde bulunulan coğrafya Türkiye’nin çok yönlü bir dış politika izlemesini gerektirmektedir. Bir taraftan AB ile tam üyelik müzakereleri yapan, öte yandan İslam İşbirliği Teşkilatını harekete geçiren, mazlum halklara yardım eden Türkiye, aynı zamanda bölge üzerinde tahakküm kurmak isteyen bölge dışı aktörlerle kimi zaman rekabet, kimi zaman çatışma yaşamaktadır.

Ocak ayında basında yer alan bir makalenizde, “AB’nin Doğu Akdeniz’deki politikası ekonomik bir temele dayanmamaktadır. Temel düşünce, Türkiye’nin bölgedeki nüfuzunu sınırlandırmak ve Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin resmi görüşlerine destek sağlamaktır.” şeklinde görüş belirtiyorsunuz. Bu görüşünüzle birlikte, yakın tarihte KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın Ankara ile arasında krize yol açan çıkışını ele aldığımızda nasıl bir tablo ile karşı karşıya olduğumuzu açıklayabilir misiniz?

AB, Türkiye ile Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi arasındaki anlaşmazlıklarda tarafsız kalmak yerine kendi üyesi olanlar lehine tutum takınmaktadır. Bunu Ege Denizi’nde Türkiye ile Yunanistan arasındaki kara suları, kıta sahanlığı, fır hattı (hava sahası) anlaşmazlıklarında görmek mümkündür. Keza Kıbrıs sorununa çözüm arayışlarında da AB’nin tavrı, Rumların lehinedir. Kıbrıs adasında Türkiye’nin garantör sıfatıyla 1974’de yaptığı askeri müdahalenin ardından bir statüko oluşmuştur. Adanın %36’sı Türklerin elindedir. Bugüne kadar BM şemsiyesi altında sürdürülen toplumlararası görüşmelerde hep Türk tarafından taviz talep edilmiştir. Bu nedenle esasen bugüne kadar yürütülen müzakerelerden somut bir sonuç çıkmamıştır. Eski BM Genel Sekreteri Butros Gali tarafından hazırlanan çöküm planı Gali Fikirler Dizisi adını taşıyordu. Bu plan başarısız olmuştur. Ayrıca Kofi Annan döneminde ortaya atılan Annan Planı da uygulamaya aktarılamamıştır. Bu plâna Türk tarafı AB üyeliği taahhüdü nedeniyle olumlu oy vermiş, ancak adanın tamamını kontrol etmek isteyen Rumlar reddetmişlerdir. KKTC’de Türkiye’ye karşı mesafeli bakan siyasal oluşumlardan en güçlülerinden biri olan partinin lideri Mustafa Akıncı 4 yıldır Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturmaktadır. Akıncı’nın Türkiye hakkında dile getirdiği talihsiz ifadeler kendi partisinde bile tepki toplamıştır. Ben Kıbrıs Türk halkının, sonradan yerleşenler ve önceden beri adada ikamet edenlerin nihaî tahlilde sağduyu ile hareket edeceklerine inanıyorum. Türkiye AB üyesi olmadan Kıbrıslı Türklerin Rumlarla federasyon kurması, KKTC’nin ortadan kalkmasına ve Türklerin egemen eşitliğinin zarar görmesine yol açacaktır. Kıbrıs’ta federasyon ancak Türkiye AB’ye tam üye olduğu zaman mümkün olabilir. Onun dışındaki tüm senaryolar abesle iştigaldir.

Türkiye-Libya arasında Kasım 2019’da imzalanan anlaşma sonrası Hafter yanlısı Rusya, İsrail, Mısır, BAE gibi ülkelerin karşı hamleleri sürüyor. Bir yandan da Trablus UMH’yi hedef alan Hafter güçlerinin tehdit ve saldırıları devam ediyor. Libya’nın iç dengelerini de dikkate alarak, bölge ne ölçüde sıcak çatışma riski taşıyor olabilir?

Libya’daki çatışma 2011’den beri sürüyor. Haritaya baktığınızda ülke topraklarının büyük bölümünün isyancı General Hafter tarafından kontrol edildiğini görüyoruz.. Ancak bu durum yanıltıcıdır. Hafter’in kontrol ettiği toprakların büyük bölümü çöldür. Ülke nüfusunun esas yoğun bulunduğu yerler Sarraj hükümetinin kontrolündedir. Libya’da Türkiye ve Katar, merkezi hükümeti desteklemektedir. Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve Rusya ise Hafter’i desteklemektedir. AB’nin Libya konusunda kafası karışıktır. Endişe ettikleri şey, burada yoğunlaşan çatışmalar nedeniyle yeni bir mülteci akını ile karşı karşıya kalmaktır. Bu sebeple AB tarafından 2020 Mart ayı içinde, 2011 yılında BM tarafından alınan Libya silah ambargosunu desteklemek için misyon kurulmasına karar verilmiştir. Denetleme gemi, uçak ve uydudan yapılacaktır. Bu misyonun görevi her ne kadar çatışmaların durması ve barış tesis edilmesi şeklinde açıklanmış ise de gerçek sebep, Türkiye’nin Sarraj hükümetine yaptığı desteği kesmektir. AB, Libya’da Türkiye’nin desteklediği Sarraj hükümetinin başarılı olması halinde Türkiye’nin Akdeniz’deki etkinliğinin artacağı şeklinde bir değerlendirme yapmakta ve bunu önlemeye çalışmaktadır.

 

İrfan Kaya ÜLGER kimdir?

1989 yılında Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin Uluslararası İlişkiler bölümünü bitirdi. Yüksek lisansını 1995 yılında Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nün Uluslararası İlişkiler bölümünde “Yugoslavya’nın Parçalanması” başlıklı teziyle tamamladı. 2002 yılında Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsüne bağlı Avrupa Birliği Uluslararası Ekonomik İlişkiler Ana bilim dalında doktora eğitimini tamamladı. Doktora tezi “Avrupa Birliğinde Ortak Dış ve Güvenlik Politikasının Oluşumu” başlığını taşımaktadır.

1990-1991 yılları arasında Milli Savunma Bakanlığı NATO ve Antlaşmalar şubesinde uzman yardımcısı, 1993 yılında İzmir Ticaret Odası’nda “Avrupa Toplukları Uzmanı” olarak çalıştı. Çeşitli gazete ve dergilerde dış politika muhabiri ve dış haberler şefi olarak görev yaptıktan sonra 1996 yılında Gazi Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümünde araştırma görevlisi olarak akademik hayata başladı. 2003 yılında Yardımcı Doçent, 2008 yılında Doçent ve 2017 yılında Profesör oldu.

Ülger’in yayınlanmış kitapları şunlardır: “Avrupa Birliği Kıskacında Kıbrıs Meselesi”, “Avrupa Birliği Ansiklopedisi”, “Avrupa Birliğinde Siyasal Bütünleşme”, “Yugoslavya Neden Parçalandı?”, “Avrupa Birliği Rehberi”, “Avrupa Birliği’nin ABC’si”, “Türk Yunan İlişkilerinde Ege Sorunları” ve “Putin’in Ülkesi”.

Halen Kocaeli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde bölüm başkanı ve AB Uluslararası Anabilim Dalı Başkanı olarak görev yapmaktadır. Lisans düzeyinde “Türkiye –AB İlişkileri”, “AB Hukuku”, “Orta Asya Devletleri ve Toplumları”, “Din ve Toplum”, “Avrupa Bütünleşmesi” derslerini, lisansüstü düzeyde ise “Uluslararası İlişkiler Teorileri”, “Azınlıklar”, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi” ve “AB Dış Politikası” derslerini vermektedir.

 

Aylık Dergisi 186. Sayı, Mart 2020

Yazar

Bir yanıt yazın