Kapitalizm Hayatta Kalmak İçin Reform Edilmeli “Hissedar”dan “Paydaş”a

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından globalizmin tesiriyle çok uluslu şirketler devletlerden dahi güçlü hâle geldi. Güçlü sermayenin, dünyada serbest bir şekilde dolaşırken herhangi bir devletin koyduğu yüksek vergiler ile karşılaştığında kaçması ve bu sebeple devletlerin çok uluslu şirketlere yükleyemedikleri vergileri vatandaşlara yükleme teşebbüsü bugünlerde dünyanın dört bir yanında ekonomik sebeplerden doğan sosyal hareketliliklere sebep olmakta…

Bu vaziyetin idrakinde olan kapitalistler sistemde reform ihtiyacını son bir kaç senedir dillendirmekte… Zira bu geçtiğimiz günlerde yapılan Dünya Ekonomik Forumu Davos 2020 Zirvesi’nin ana teması da bu çerçevede “Sürdürülebilir ve Uyumlu Bir Dünya İçin Paydaş Kapitalizm” olarak belirlendi.

Şirketlerin amaçlarına bir metanın üretiminden piyasaya sunulmasına ve kullanılmasına kadar geçen süreçte dahil olan tüm unsurların çıkarlarını göz önünde bulundurmak iddiasıyla toplumların ağzına bir parmak bal çalmak şeklinde tanımlayabiliriz Paydaş Kapitalizmi. Burada ehemmiyetli olan, sistemde reformun “niçin” yapılmak istendiği ile bu reformun nasıl yapılacağı…

Sisteme hâkim olanlar, reform ihtiyacını insanların refahı ve insanca yaşaması için istemiyorlar. Kapitalizm mütemadi ekonomik büyüme ister ve sistem artık büyüyemeyecek derecede şişmiş durumda, kapitalistler kendi tahtlarının elden gitmesinden korktukları için reform ihtiyacını dillendiriyorlar. Elbette, mevzu bahis sistem icra edilirse kapitalizm ile ilişkilendirilecek bir yönü kalır mı, orası da ayrı mesele.

Yıkılmaya yüz tutan kapitalist sistemin içinde bulunduğu zor vaziyeti ve sistemin reform ihtiyacını, yine sistemin önemli figürlerinden olan Dünya Ekonomik Forumu’nun kurucusu Klaus Schwab’ın Davos’tan bir kaç gün önce kaleme aldığı bu yazıdan takip edebiliriz. Bu yazıyı aynı zamanda dünyanı nasıl bir yer hâline getirdiklerinin itirafı olarak da görebiliriz.

(Yazıdaki dipnotlar ve vurgular bize ait.)

Şirketler bugün varoluşsal bir tercih ile karşı karşıya. Ya paydaş kapitalizmi(1) gönüllü kabul edecek ve onun getirdiği sorumlulukları, toplum ve çevre ile ilgili amaçları gerçekleştirmek suretiyle karşılayacaklar. Ya da kısa dönem kârına her şeyden fazla öncelik veren modası geçmiş hissedar kapitalizmde(2) ısrar ederek işçilerin, müşterilerin ve sistemin diğer unsurlarının bunu değiştirmek için dışarıdan baskı yapmasını, zor kullanmasını bekleyecekler.

Her zaman şirketlerin global ekonomide önemli bir pozisyona sahip olduğuna inanan birinden gelen bu değerlendirme acımasızca görülebilir. Fakat başka alternatif yok. Ekolojik etkimiz dünyanın taşıyabileceğinin çok ötesinde bir seviyeye ulaştı. İçtimaî sistemlerimiz çatlıyor. Ekonomilerimiz artık kapsayıcı büyümeyi sürdüremiyor.

Bugünün genç kuşağı, tek kelimeyle, şirketlerin tabiî ve içtimaî sağlık pahasına kâr peşinde koşmasını kabul etmiyor. Verimli uzun dönemli kalkınma ve içtimaî ilerleme için serbest piyasa ekonomisinin temel gereklilik olduğunu biliyoruz. Bu sistemi değiştirmek istemiyoruz. Fakat hâlihazırdaki vaziyette kapitalizm sınırlarına ulaştı. Eğer reform yapılmazsa hayatta kalamayacak.

“Hissedar”dan “Paydaş”a

En büyük Amerikan şirketlerinin temsil edildiği bir organizasyon olan Business Rountable, geçen sene önceliği hissedarlardan tüm paydaşlara yöneltmeyi taahhüt ettiğini duyurdu. Sadece hisseleri olanlara değil “tüm Amerikalılara hizmet eden bir ekonomi” oluşturmak için bir şirketin amacının ne olması gerektiğini yeniden tanımladı.

Business Roundtable raporunu imzalayan CEO’lar Amerikan kapitalizminin kayda değer insanlarıydı. JPMorgan Chase’in CEO’su Jamie Dimon Business Roundtable’ın başkanı olarak bunu onaylayan ilk kişiydi. İmza atan 181 kişi arasında Johnson&Johnson’dan Alex Gorsky, IBM’den Ginni Rometty, Vanguar’dan Mortimer J. Buckley ve Progressive’den Tricia Griffith de bulunuyordu.

Duyuru, farklı tepkilerle karşılandı. Bazıları, bunu sadece yükselen soldan gelecek baskıya karşı önceden alınmış bir önlem olarak gördü. Bir kesim ise hayata geçirmek için müşahhas adımların atılmadığı, samimi olmayan sembolik bir hareket diyerek reddetti. Bir şirket, üç aylık raporlarında azami kârlılığa odaklanırsa, şüphe ile yaklaşanları büyük bir değişikliğe gittiğine nasıl ikna edebilir?

Fakat böyle bir şüphecilik bu kadar önemli bir değişimi ve onu gerçek bir değişime dönüştürme fırsatını ıskalar. 1997’den beri Business Roundtable tarafından onaylanan ilkeler hissedarları öncelemişti. Grup için bu ilkeleri terk etmek devrimci bir tavırdı. Fakat söylenenler kolektif eyleme dönüştürülmedikçe bu devrimin kısa ömür olacağı da bir gerçek.

Şirket Nedir?

Paydaş kapitalizme geçişin gerçek ve kalıcı olması adına neler yapılabilir? Bu soruyu cevaplamak için savaş sonrası ekonomik sistem ile şirketler, hükümetler, sivil toplum ve uluslararası organizasyonların sistemdeki rolüne bakmak son derece kıymetli. Bazıları Batı kapitalizminin ilk olarak hissedarlar üzerine kurulduğunu düşünebilir; fakat öyle değil.

Dünya Ekonomik Forumu bundan elli sene önce, kapitalizme Avrupa ve Amerikan yaklaşımları hakkındaki bilgimle geliştirdiğim bir model olan çok paydaşlı konsepti desteklemek için oluşturuldu. Amerikan şirketleri savaş sonrası dönemde büyüme ve kârları en uygun hâle getirerek faaliyet ve finansal yönetimi mükemmelleştirdi. Bu, Amerikan şirketlerine ve Amerikan yönetim düşünürlerine dünyanın geri kalanının gıpta ile bakmasını sağladı. Fakat o zaman Avrupalı yöneticiler de bazı şeyleri düzeltiyorlardı. İçtimaî bir reflekse, işçilerine, müşterilerine ve tedarikçilerine açık bir şekilde derinden bağlıydılar. Bir mühendislik öğrencisi olarak, çeşitli fabrikaların üretim bölümlerinde çalıştım. İşçi dostlarımla vakit geçirmek, mavi yakalı işçilerin de parlak oldukları ve çalıştıkları şirkete beyaz yakalı emsalleri ya da şirketin hissedarları kadar değer katacakları konusundaki düşüncemi tasdik etti.

Paydaş kapitalizm fikri (İlk olarak 1971 tarihli “Makine Mühendisliğinde Modern İşletme Yönetimi” kitabımda tanımladım.) yeni oluşturulan Dünya Ekonomik Forumu’nda imzalanan Davos Manifestosu’nda açıklandı. Manifestonun giriş maddesi “Profesyonel yönetimin amacı müşteri, hissedar, işçi ve çalışanların yanı sıra toplumlara da hizmet etmek ve paydaşların farklı çıkarlarına uyum sağlamaktır.”

Davos Manifestosu, son savaş sonrası deneyimlere dayanıyordu; fakat aynı zamanda uzun bir tarihî döngünün restorasyonuydu. Şirketler her zaman ekonomik oldukları kadar içtimaî birimlerdir. Aslında, şirketler ilk olarak Orta Çağ Avrupa’sında ekonomik gelişmeyi sağlamak için bağımsız bir araç olarak kurulmuştur; fakat aynı zamanda toplum için refah sağlamak veya kamu malı olarak bugün “paylaşılan değer” diye adlandırdığımız hastaneler, üniversite gibi müesseseler inşa etmek için de kurulmuştur.

Fakat şirketlerin bu vizyonu cihanşümul olarak benimsenmedi. Hemen hemen aynı dönemde, Chicago Üniversitesi’nden Ekonomist Milton Friedman çok farklı bir görüş ortaya attı. “İşletmenin sadece ve sadece bir sorumluluğu vardır.” dedi ve o sorumluluğu “kaynaklarını kullanmak ve kârını artırmak için tasarlanmış faaliyetlerde bulunmak” şeklinde tarif etti. Kısacası işletmenin işi ticaretti. Hissedar önceliği fikri doğdu. Çok geçmeden Business Roundtable ve diğer liderler tarafından benimsendi.

Rahatsız Edici Gerçekler

Öyle görünüyor ki, önümüzdeki bir kaç on yıl boyunca hissedar kapitalizmi paydaş kapitalizme üstün gelecek. Amerikan şirketleri baskınlığını artırdı ve hissedar önceliği uluslararası işletmelerde tabiî bir hâl aldı. Belki de hiç kimse şartları “Wall Street” filminde Michael Dougles’ın canlandırdığı Gordon Gekko karakteri kadar iyi kavrayamadı. “Açgözlülük ve hırs, daha iyi bir şeyin yoksunluğundan doğan arzu, iyidir.” diyordu. Onun kelimeleri kurguydu; fakat bir çok işletme ve finans dünyası onunla hemfikirdi.

1980’lerin, 1990’ların ve yüzyılımızın başlangıcındaki yılların hızlı büyümesi bazı rahatsız edici gerçekleri gizledi. ABD’deki ücretler, 1970’lerin sonundan bu yana durgunlaşmaya başladı ve sendika gücü önemli ölçüde azaldı. Ekonomi geliştikçe tabiat kötüleşti. Hükümetlerin çok uluslu şirketlerden vergi alması giderek zorlaştı. Tüm bu problemler, güncel krizlerle birleşti ve tek kabul edilebilir seçenek olarak hissedar öncelikli modelin yerine paydaş kapitalizme dönmek kaldı.

1980’den sonraki kırk yılda ekonomik eşitsizliğin her türlüsü yükseldi. En önemlisi, ABD’de nüfusun yüzde 90’ının enflasyona göre düzenlenmiş gelir artışı esasında sıfırken, en tepede bulunan yüzde 0,01’lik kesimin gelirleri beş kattan fazla arttı. Refah eşitsizliği ise daha da yükseldi. O kadar bariz olmasa da gidişat dünyanın her yerinde aynıydı. 1960’larda, bir CEO, çalışanının kazandığının 20 mislini kazanıyordu. Bugün, bir CEO, ortagelirli bir çalışandan takribî 287 kat fazla kazanıyor.

Aynı zamanda dünyanın lider şirketleri büyüdükçe büyüdü. Güçlerinin artması, toplum ve hükümetler ile ilişkilerinde değişikliğe sebep oldu. Şirketler nerede işletiliyorsa o topluma derinden bağlıydı, bu bağ zamanla azaldı. Azamî kârı gözeten bir çok şirket, fikrî mülkiyet ve global transfer ücretlerinden akıllı bir şekilde faydalanırken daha az güvenilir vergi mükellefleri hâline geldiler. Finans sektörünün reel ekonomik büyümeden gittikçe uzaklaşan bir şekilde genişlemesini, uzun vadeli sürdürülebilirliğin aksine kısa vadeli sonuçlar takip etti.

Tüm sonuçlar, işletmeler ile toplum arasındaki ilişkinin bozulmasına yol açtı. Yeni sosyal ve ekonomik zorluklarla yüzleşen hükümetler, ihtiyacı olan vergi gelirlerinden mahrum kaldığı için gerekli yatırımları yapmakta aciz duruma düştü.

Nihayetinde, muhtemelen en önemlisi de bu ki, sadece azamî kâr odaklı sürdürülen ekonomik faaliyetler neticesinde tabiat acı çekmeye devam etti. Bu 1970’lerin başından beri endişe vericiydi. 1973’te Davos’ta, Roma Kulübü’nden Aurelio Peccei “büyüme limitleri”nden bahsetti. Davos Manifestosu’nda işletmenin “gelecek nesiller için maddî dünyanın emanetçisi rolünü üstlenmek zorunda olduğu” ve “maddî ve maddî olmayan kaynakların en uygun yolla devredilmesi gerektiği” belirtildi.

Şimdi şunu biliyoruz ki; eğer dünyanın tabiî kaynaklarını kullanımımız 1970’lerin başındaki seviyede kalsaydı, muhtemelen bugün iklim kriziyle yüzleşmeyecektik. Global Footprint Network’e göre; 1969 insanın ekolojik etkisinin küçük bir farkla sürdürülebilir olduğu son yıldı. Bundan sonra limiti sürekli aştık. Şimdi, 2020 yılında, kaynakları sürdürülebilirlik oranının iki kat üzerinde kullanıyoruz.

 

Son Şans

Dünyanın her tarafından gençler bize tarihî hatalarımızı düzeltmek için geç kalmışlığımızı hatırlatıyor. Onyıllar önce, kapitalizmi kurtarmak için “paydaş” modeli keşfettik; fakat sonra bu keşfi unuttuk. Şimdi, içtimaî, ekonomik ve tabiat şartları itibariyle o zamankinden defalarca daha kötü durumdayız, kelimelerin ötesinde değişim yapmaya her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Bunu nasıl yapacağız?

Başlangıç olarak, şirketler ve hissedarlar her şeyin üç aylık hedeflere göre belirlenmesi yerine, hedefleri ve performansları hakkında uzun vadeli biz vizyon üzerinde anlaşmalıdır. Şirketler faaliyet gösterdikleri her yerde makul ücret, maaş ve vergiler konusunda daha müşahhas taahhütler vermelidir. Son olarak, tabiî, içtimaî ve idarî ilkeleri resmî işletme raporlarına ve denetlenme sistemlerine entegre etmeliyiz.

Bu adımlar önemli değişiklikler gerektirecektir. Fakat alternatifi, yani şu anki sistemi sürdürmeye çalışmak, daha zor ve yıkıcı olacaktır. İstemeseler de şirketler yeni neslin işçileri, müşterileri ve seçmenleri tarafından yollarını değiştirmeleri konusunda zorlanacaktır. Bu gruplar tarafından reddedilen bir çok şirket yavaş yavaş boyun eğecektir. Yahut hükümetler, pazarda kendilerini yeniden hakem olarak değerlendirerek yeni normların uygulanması için daha ağır tedbirler alacaktır.

Eğer şirketler bu gibi senaryolardan kaçınmak istiyorsa, bunun için 2020 çok önemli bir yıl. Dünya Ekonomik Forumu’nda, kapsayıcı ve sürdürülebilir hâle getirmek için müşahhas taahhütlerle “paydaş kapitalizmi” geliştirmeyi ve savunmayı sürdüreceğiz. Bu, kapitalizmde reforma gitmek için son şansımız olabilir. Bunu başarabiliriz.

 

Dipnotlar

1-Kısa vadeli plânlarla azamî kârlılığı hedefleyen şirketlere, tabiat şartları ve içtimaî şartları da göz önünde bulundurmak kaydıyla amaç değişikliğini telkin eden; şirketlerin tüm paydaşların (çalışanlar, tedarik zincirinde yer alanlar, müşteriler, üretim sürecindeki bütün aktörler ve siyasî iradeler) arzularını ve çıkarlarını göz önünde bulundurarak uzun vadeli plânlar ortaya koyacağı yeni bir kapitalist model. Bu bakımdan, kavramın İngilizce aslında geçen “stakeholder” kelimesinin “paydaş” kelimesiyle tam olarak karşılanamayacağı yönünde eleştiriler mevcuttur.

2-Kısa vadeli plânlar çerçevesinde azamî kârlılığa odaklanan ve hissedarların çıkarlarını önceleyen kapitalist model. Bu mevcut modelin dünyayı yaşanmaz bir yer hâline getirdiğine yönelik eleştirilere sıkça rastlanmaktadır; bu eleştiriler bilhassa “iklim değişikliği” ve “küresel ısınma” iddiaları üzerinden dile getirilmektedir.

 

Foreign Affairs

16 Ocak 2020

Tercüme: Faruk Hanedar

Yazar: Klaus Schwab

Aylık Dergisi 185. Sayı, Şubat 2020

Yazar

Bir yanıt yazın