- yüzyılın başlarında dönemin en büyük ticarî faaliyetlerinin yürütüldüğü İpek ve Baharat yolları, Türklerin ve diğer Müslüman devletlerin elindeydi. O dönemde dünyanın en büyük lojistik ağını elinde bulunduran Türk ve Müslüman devletlerin ekonomisi çok iyi durumdaydı. Buna karşılık Avrupa yokluk içinde; köylüleri aç, halkları yoksul ve soylularının birçoğu işsiz durumda idi. Kendilerine gerekli olan malların bu diyarlardaki bolluğunu, İslâm ülkelerinin zenginliğini, halkının refahını görüp ülkelerinde daha da abartarak anlatıyorlardı. Bunları duyan Avrupalı halklar da buraları ele geçirmenin yollarını aramaya başlamıştı. Bunlara senyör ve şövalyelerin macera arzuları da eklenince, ağzından salya akıtarak zengin İslâm ülkeleri üzerinde planlar yapmaya başladılar. Sonunda Doğu’ya, Müslümanların topraklarına sefer düzenleme kararı alındı. Haçlı Seferleri olarak tarihe geçecek bu seferler, yaklaşık 200 yıl sürdü.
Temel mânâda bakıldığında ilk “Avrupa Birliği” Haçlı Seferleri ile fiilî olarak başlamış oldu. Kendilerine ait olduğunu iddia ettikleri, üzerinde hiçbir hakları bulunmayan zenginlikleri ülkelerine götürebilmek için çocuk, yaşlı, kadın demeden katlettiler, “Burası mabed, şurası kütüphane!” demeden yıktılar ve bin yıldır değiştirmedikleri sömürgeci bir sistemle kendilerine ait olmayan şeylere hâlâ el koymaya çalışıyorlar.
Üzerinden Bin Yıl Geçmiş, Bu Kadar Zamanda Neler Neler Değişti…
Evet, o zamandan bu zamana devletler yıkıldı, devletler kuruldu. Nüfus arttı. Teknoloji gelişti ve buna bağlı olarak ihtiyaçlar da değişti; ama Avrupalı devletlerin kendilerine ait olmayan şeylere el koyma noktasındaki heves ve tutumları hiç değişmedi. Birbirleri ile mücadeleyi bırakıp, ortak çıkarları doğrultusunda birlikte hareket etmeyi hatırlamaları 1000 yıl sürdü. Sanki “Birbirinizle çekişmeyin; yoksa korkuya kapılırsınız ve kuvvetiniz elden gider.” emri bize değil de onlara gelmiş gibi tekrar birlik oldular.
1800’lü yılların ortalarında, Amerika’da şans eseri olarak bulunduğu iddia edilen petrol aslında bu tarihten yüzyıllar önce kadim medeniyetler tarafından aydınlatma amacıyla kullanılmıştır. 1861 yılında Pensilvanya’da ilk petrol kuyusunun faaliyete geçmesinden sonra dünya üzerinde varlığı bilinen petrolün rezervi bazı yerlerde gizli, bazı yerlerde ise alenen araştırılmaya başlandı. O dönemde mevcut olan ve mevcut olması muhtemel petrol rezervlerinin büyük bir kısmı da Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde yer almaktaydı. Birinci Dünya Savaşının temel nedenlerinden birinin bu olduğu kanaatindeyim. Savaş öncesinde Osmanlı Devleti’nin elinde bulunan zengin petrol rezervleri, bugün onlarca küçük parçaya bölünmüş ve daha kolay sömürülebilir hâle gelmiştir.
Avrupa Birliği
Avrupa’da bir birlikteliğe dair 20. yüzyılda ilk adım Belçika, Federal Almanya, Fransa, İtalya, Lüksemburg ve Hollanda’nın kömür ve çelikte ortak bir pazar kurmalarıyla atıldı. Bir zamanlar birbirleri ile savaşan ülkeler, 9 Mayıs 1950 tarihinde Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT) adı altında ortak çıkarları doğrultusunda kömür ve çelik üretimi için bir araya geldiler. Savaşın hammaddeleri olan çelik ve kömür, bu toplulukla birlikte barışın garantisi oldu ve birbirleri ile savaşan ülkeler olmaktan çıkıp, birbirlerinin çıkarlarını koruyan ülkeler durumuna geçtiler. Sonraki yıllarda çeşitli mal ve hizmetleri içeren ortak pazara dayalı Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) kuruldu. Özellikle tarım ve ticarette ortak politikalar oluşturuldu ve 1968 yılında kendi aralarındaki tüm gümrük vergileri kaldırıldı. 1992 Maastricht Antlaşması ile Avrupa Birliği (AB) kurulmuş oldu. Temel mânâda bakıldığında kurulan bu birlikteliklerin hepsi, yukarıda ismi zikredilen devletlerin ekonomik çıkarlarını korumak maksadıyla gibi görünmektedir. Bakıldığında ilkinde olduğu gibi 1992 de kurulan Avrupa Birliği’nde de temelde ekonomik sebepler var.
Avrupa Birliği: “Enerji Birliği”
Şimdilerde yeni oluşumlarla Avrupa devletleri, zenginliklerine zenginlik katmaya devam ediyorlar. Son yıllarda bu devletler enerji toplantıları düzenliyor ve enerji alanında bir bilgi ağı oluşturarak devletler arası enerji anlaşmaları imzalıyorlar ve şirketler arası konsorsiyumlar oluşturuyorlar. Çünkü gelişen teknoloji ile birlikte çağımızın temel problemi enerji olmaya başladı. Bir zamanlar güçlü devlet olabilmek; ticaret yollarını elde tutmak, kömür ve demir hammaddelerini elde etmek, petrol kaynaklarını elinde tutmakla mümkün oluyordu.
Küresel ölçekte enerji durumuna bakıldığında son yüzyılda verilen büyük savaşların temel sebebi hızla gelişen endüstri ve fosil yakıtlı araçların sayısının artması ile birlikte enerji talebinin de artmasıdır. Bu ihtiyaç nedeniyle gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin tükenmekte olan fosil yakıtlara alternatif arayışı hızlanmıştır.
Nüfus artışı ve hızlı şehirleşme sebebiyle hasıl olan enerji ihtiyacı, devletleri yeni enerji politikaları hazırlamaya sevk etmiştir. Globalleşen yeni dünya düzeninde söz sahibi olan ülkeler arasına yerleşen ülkemizde de enerji ile ilgili ciddi adımlar atılmaktadır. Yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım yapmak isteyenlere verilen hibe ve kredi destekleri bunun en açık göstergesidir; ama yeterli değildir. Yeterli olmamasının en somut göstergesi de cari açıkta büyük bir paya sahip olan enerji giderleridir.
Siyasî ve manevî bakımdan 1959 yılında başlayan AB’ye girip girmememiz zerrece umurumda değildir. Ancak ekonomik saikleri göz önüne alırsak, AB oluşumuna girme çabalarımızın sonuç vermediği gibi, kurulan bu enerji birlikteliklerinden de bir şekilde uzak kalıyoruz veya uzak bırakılıyoruz. İşin manevî boyutlarını bir kenara bırakıp ticaret ve enerji alanında Avrupa devletlerinin birleşerek bu topraklara karşı başlattıkları mücadele, hâlihazırda da devam ediyor. “Sürüden ayrılanı kurt kapar, tek olan yok olur, bir olan çok olur!”
Bütün bu olayların ortasında ülkemiz, yıllardan beri kulaklarımızda yankılanan “Türkiye’nin Jeopolitik Konumu” ile başlayan cümlelerle de ifade edildiği gibi bölgemiz ve dünya siyaseti için tartışılmaz bir konumdadır. Son yıllarda enerji alanında yapılan çalışmalar, uluslararası yapılan anlaşmalar, ulusal derecede verilen hibe ve desteklere rağmen Türkiye, enerji bakımından dışa bağımlı durumda bırakılmaya devam ediliyor. Yapılan hidroelektrik santralleri, fotovoltaik sistemlere ve rüzgâr tribünlerine verilen hibe ve kredi destekleri; hatta bireysel elektrik üretimine verilen destekler, jeotermal alanında yapılan çalışmalara verilen destekler, nükleer enerji için yapılan yatırımlar, Türkiye’nin enerji ihtiyacının yardım çığlıkları olarak görülmelidir. Cari açıkta büyük bir payı olan enerji alanında köklü reformların yapılması gerekmektedir.
Devlet, attığı destek adımlarıyla hem özel enerji sektörünü canlandırmak istiyor hem de enerji açığını kapatmak için büyük küçük tüm fırsatları değerlendiriyor. Ancak kısmî olarak dünyada enerji alnında yapılan bilimsel çalışmalardan uzak tutularak ve daha kötüsü kendi enerji potansiyelimizi bilmeden, sektörün sorunlarını dinlemeden, Ar-Ge çalışmalarını genişletmeden ve yeni enerji sistemlerinde öncü olmadan yine bu sorunu aşabilmemiz mümkün değildir.
Neden “Enerji Şûrası” Toplanmıyor?
Cumhuriyet tarihi boyunca sadece bir kez enerji şûrası toplandı. O da 1998 yılında. İlk olarak “Enerji Şûrası” tekrar toplanmalıdır. Enerji alanında yatırım yapan küçük-büyük tüm firmalar, üniversitelerde enerji üzerine çalışma yapmış ve yapmakta olan tüm bilim adamlarımız, resmî kurumlarda görevli olan teknik personellerimiz ile birlikte Türkiye’nin enerji haritası çizilmelidir. Bununla birlikte en az 100 yıllık planlamalar hazırlanmalı ve altyapı çalışmaları yine 100 yıllık yapılmalıdır.
Bununla birlikte dünyada var olan enerji ile ilgili yapılan Ar-Ge çalışmaları yakından takip edilmeli. Gözlemci bilim heyetleri oluşturularak, heyetlerin o çalışmalardaki gözlemleri dikkate alınmalıdır. Bununla birlikte bilime yapılan her yatırımın 15-20 yıllık periyotlarda maddî geri dönüşünün sağlanacağı unutulmamalıdır. Bilime yapılan her yatırım doğrudan ve dolaylı olarak sanayiye yapılmış olur.
Dünyanın süper gücü olma yolunda ilerleyen Çin, geçtiğimiz günlerde “yapay güneş” olarak adlandırdıkları füzyon reaktörünün geliştirme sürecinin tamamlandığını açıkladı. Bu örnekten anlaşıldığı gibi dünyanın hızla yükselen ekonomi merkezi olan Çin, enerjide tasarruf yapmak istiyor. Avrupa ülkelerinden bazıları 50 yıllık planlarında fosil yakıtları tamamen hayatlarından çıkarmayı hedefliyorlar. Amerika’da hızla elektrikli araçlar yaygınlaşıyor.
Dünyanın petrol büyüklerinden Shell, Hollanda’da bu yılın başında 76 bin panelli bir fotovoltaik sistem kurdu. Yine Shell tarafından Hollanda’da yayınlanan yeni bir makale, Shell’in jeotermal enerji konusundaki görüşünü ve neden ülkedeki jeotermal gelişimi incelediğini gözler önüne serdi.
Kısacası dünyaya entegre olarak, topraklarımızda ve gerçek müttefiklerimiz olan ortak geçmişe sahip dost ülkelerle ortak projeler geliştirerek ve Ar-Ge çalışmalarını ana gündem maddesi hâline getirerek çalışmalar yürütmeliyiz. Ama atılacak ilk ve önemli adım “Enerji Şûrası”nın toplanması olacaktır. Bu şûra ile aynı sektörde çalışan yüzlerce kişinin görüşleri dinlenmiş ve sektördeki sorunların doğrudan dile getirilebileceği bir platform kurulmuş olunur.
Yazar: Cengizalp Akcan
Aylık Dergisi 184. Sayı, Ocak 2020