Ultra-Post-Kapitalist bir devir hayal edin. Varoluş amacının alış-verişe endekslendiği ve sistemin sizi sürekli sahici olmayan bir mutluluğa itelediği… Hayatın çarkları huzurunuzu kaçıran en ufak bir problemi dahi dişlileri arasında öğüterek sizi hüzne gark ediyor. Mutluluğun zirvesinde melankolinin, konforun içerisinde ıstırabın acı şarabını yudumluyor ve sürü içerisinde yalnızlık ile boğuşuyorsunuz.
Sürekli “Mutluyum”. diyorsunuz misal; fakat “Mutlu musun?” sorusuna verecek cevabınız yok. Çiçek, böcek gibi şeyleri biliyorsunuz; ama gördüğünüzde tanımıyorsunuz. Gökte kehkeşanlar fink atıyor, kafanızı yukarı kaldırmaya korkuyorsunuz. Mesai saatleriniz oldukça kısa; ama uyumaya bile vaktiniz yok. Hatta öyle uykusuzsunuz ki bu kronik uykusuzluk, melatonin hormonlarınızı imha etmiş, farmakolojik destek almadan uyku girmiyor gözlerinize. Bir süre sonra haplar da fayda vermiyor… İntihara yürüyorsunuz adım adım.
Dünya müzmin bir savaşın göbeğinde; ama habersizsiniz. Ne de olsa ülkeniz cennetten bir bahçe. Azıcık heyecan için über hızda otomobil kullanıyorsunuz, ki ölümün kucağında gezerek korku dolu anlar hissedebilesiniz.
Düşünemiyorsunuz; çünkü kelimeler ölmüş, kitaplar yakılmış. İtfaiye hortumları su değil, ateş püskürtüyor ve dünyadaki tüm kitap sayfalarını yok etmeye çalışıyor. Kitabın varsa yakıyorlar hatta evini, yanında da seni. “Zombi” diyorlar sana, “deli” diyorlar. “Ölmelisin” ya da “denetim altında aç ve susuz gebermelisin.”
İki satırlık bir şiir sizin ölüm fermanınız olabiliyor. Ya da bir kaç satır yazı, darağacınız. İnsan öldürebilirsiniz, kitap okumadıktan sonra eyleminiz basit bir hata. Defalarca yuva kurup, yıkabilirsiniz, şiir okumadıktan sonra. Sokrat’ı, Goethe’yi, Cervantes’i, Jules Verne’i hatta Nietzsche’yi tanımadıktan sonra geçmişinizi bilmedikten sonra konuşmayıp, suspus oturup, mekanik bir şekilde yaşadıktan sonra ne dediğinizin, ne yaptığınız hiçbir önemi yok.
İşte böyle bir dünya…
Yeter ki okuma!
Hatta…
“Siyahî insanlar Küçük Siyah Sambo’yu sevmiyor mu? Yak gitsin! Beyazlar Tom Amca’nın Kulübesi’nden hazzetmiyor mu? Yak gitsin! Biri tütün ve akciğer kanseri üzerine kitap mı yazmış? Ver ateşe! Sakinlik sevgili Montag. Huzur, Montag. Mutluluk…”
Montag…
Bir itfaiye çalışanı… Platon’un mağarasından dışarı çıkan bir iradesiz… Ama Anka gibi kendi küllerinden doğan, yeniden var olan bir cesur yürek… Apansızın kitaplara meftun oluveren bir Yunus… Bilgi diye dönen bir Mevlevî…
İşte bu kahraman ve pısırık Faber devrim ocağını harlar tekrar. Ne yazık ki iş işten çoktan geçmiştir. Mukavemet muhâl. Montag cahil. En başta karısı sonra dostları düşman, kumpasçı… Faber korkak ve aciz. Plan: Berhava. Netice: Hüsran…
Yine de bir umut bırakmış yazar. Ezkaza bir kurtuluşun akabinde zihinlerini kitaplaştırmış dostlar çıkar Montag’ın karşısına. Kelimenin tam anlamıyla bir kafile filozof… Kaçak göçek yürürler ovalar istikametinde. Ufukta savaşın puslu havası olsa da güneş pusu yakabilir belki.
Fahrenheit 451
Eserin başlığı “Kitap kaç derece sıcaklıkta yanar?” sorusunun cevabı esasında. Bradbury bu soruyu bir itfaiye şefine soruyor. Cevap: “451 Fahrenheit” oluyor. Yazar da “Umarım santigrat ölçeğine geçmeyiz.” diyerek iki kelimenin yerini değiştiriyor ve “İtfaiyeci” adını verdiği eserine başlık yapıyor bu cevabı.
Aşama aşama oluşmuş bir eser. Önce hikâye, sonra novella, sonra da roman. Dönemin siyasî çalkantılarının yazarda oluşturduğu antipatik duyguların bir distopik iz düşümü. Bir tür kara kehanet denemesi. Ya da tarafsız muhbir görevinde uzun bir manifesto…
Teknolojik bir distopya örneği sunuyor bizlere Ray Bradbury. Gotik bir çember içerisinde siber ve teknolojik devrimlerin dünyayı ve insan zihnini nasıl çürüttüğünü göstermeye çalışıyor; hatta nasıl çürüteceğini… Enformasyon kısıtlılığının ruhları öldürüp yarı biyo-insan tipi doğuracağını haber veriyor, tıpkı George Orwell gibi. Ama bugüne geldiğimizde esasında bizleri yok edecek şeyin enformasyon krizi olduğunu ve Cesur Yeni Dünya adlı eserinde bunu izah eden Aldous Huxley’in haklı olduğunu görüyoruz. Kitapların yakılmasına gerek yok. Harold Bloom’un da dediği gibi “Enformasyon Çağı’nda kaç kişi Sheakespeare veya Dante okur ki?
Ama…
Dünyanın sonu değil. Belki de düşüncenin önüne set çekildiği günleri de görürüz. Hatta düşünen ve okuyan insanların terörist, pasif-post-anarşist sayılacağı zamanları da… İşte o vakit bilgiye dair her materyalin imha edileceği bir sisteme tanık olabiliriz.
Yazar: İbrahim Türkan
Aylık Dergisi 181. Sayı, Ekim 2019