Yazılarımın önemli bir kısmında salâttan; yani namazdan bahsetmiş olmam bazı okuyucularımın dikkatini çekmiştir. Çünkü bazı kişilerin “Yahu her şey bitti, namaz mı kaldı!” benzeri tenkitlerine maruz kalıyorum.
Evet, imandan sonra en büyük hakikat namazdır. Kur’an’da 88 Ayet direkt namazdan bahseder. Hazreti Peygamber Aleyhisselatü Vesselam “Namaz dinin direğidir.” buyurmuştur. Bu nedenle “Çok fazla namazdan bahsediyorsun.” diye tenkit edilmek benim için fazilettir, övünç kaynağıdır.
Namazın ehemmiyet ve kıymetini 17 yaşındayken askerî okulda öğrendim. Elbette daha önce de namaz kılıyordum. Lakin 17 yaşına geldiğimde neredeyse herkes aynı şeyi söylemeye başladı:
“Aman ne yapıyorsun? Askerî okulda namaz kılınır mı?” ve “Kör müsün kaç tane askerî okul öğrencisi okuldan atıldı. Sen de namaz kılmaya devam edersen okuldan atılacaksın. Bakalım ailen bu kadar tazminat parasını ödeyecek mi!” diye; namazımı kıldığım için beni suçluyorlardı.
Devir; 12 Eylül 1980 darbesinin en acımasız dönemiydi. Binlerce insan sağcı-solcu olmasa bile sırf dindar olduğu için kodese tıkılıyordu. Öyle ki “irtica” adı altında bir suç varmış gibi darbe lideri Kenan Evren neredeyse her akşam televizyona çıkıp zırvalarına devam ediyordu.
Kuleli Askeri Lisesi başta olmak üzere askerî okulların hepsinde namaz kılan öğrenciler fişleniyor, ikaz edilerek derhal namazı terk etmesi isteniyordu. “Ne namazı! Burası cami değil! Niçin askerî okula geldin?” diye soruşturma açılıyordu. Namazı terk etmeyen öğrencilerin velileri okula çağrılarak “Bak oğlunuzu okuldan atacağız. İyisi mi siz dilekçe verin. Kendi isteğinizle okuldan ayrılsın. Yoksa irticacı diye damga yiyip üniversite tahsili bile yapamaz. Böylece sadece tazminat cezası ödersiniz.” diyorlardı.
12 Eylül Darbecileri çok acımasız ve şerefsizdi. Hapishanelerde işkence yapmak bunlara göre suç olağan bir şeydi. Faili meçhul bir çok cinayet; suçlu olmadığı halde işkence yüzünden kabul ettirilerek idam sehpasına götürecek kadar vahşice infazlar yapılıyordu.
Kimseye hesap sorulmayan bir devirdi. Öyle ki; darbeci askerlere yalakalık yapmak en gözde işti. Evren’in aptalca ve ahmakça sözleri kanun gibi kabul edilip alkışlanmak zorundaydı. Binlerce insan bu iğrenç duruma düşmemek için yurt dışına kaçmaya çalışıyordu.
Evren çok cahil bir faşistti. Özellikle dinî konularda öylesine zır cahildi ki; milletin karşısında “Ekmeğin Kur’an-ı Kerim’den daha kutsal olduğunu” söyleyecek kadar ahmakça sözler sarf edebiliyordu. “İrtica” ile başlayan cümleler, sonunda askerî okullara kadar geliyor; “asacağız, keseceğiz” nutukları ile birlikte mangalda kül bırakılmıyordu.
Durumdan vazife çıkaran komutanlar; askeriyede “dindar” kıyımına girişip nerede namaz kılan varsa her türlü eza ve cefayı çektiriyordu. Hizaya gelmeyen dindar subaylar sorgusuz sualsiz Yüksek Askeri Şura’ya (YAŞ) çıkarılıp yargıya bile götürülmeden askeriyeden atılıyorlardı.
En kötü durumda olanlar ise askerî okul öğrencileri idi. Çünkü henüz rütbe takıp maaş alamadıkları için her türlü eza ve cefaya açık kalmışlardı. Dindar öğrenciler ailelerinden dahi gerekli desteği alamıyorlardı.
Rahmetli annem bir gün “Oğlum dikkatli ol. Bak! geçen gün falancanın oğlu askerî okuldan atılmış. Seni de atabilirler.” deyince anneme şunu söyledim:
“Ana! Eğer okuldan atılırsam sen de biliyorsun ki disiplinsizlik veya derslerimdeki başarısızlık yüzünden olmayacak. En disiplinli öğrenciler arasındayım ve notlarım yüksek. Sana ‘Niçin oğlun askerî okuldan atıldı?’ derlerse, de ki; ‘Oğlumu namazlarını kıldığı için okuldan attılar.’ Bu, dedesi Molla olan birisi için ayıp değil şereftir”.
Bu sözümden sonra anneciğim bir daha “Dikkatli ol!” demedi. Daima dua etti. Eğer Deniz Harp Okulu’nu bitirmiş isem işte bu saliha kadının duaları sayesinde olmuştur. Nitekim mezun olduğum yılın hemen ertesinde on Deniz Harp Okulu öğrencisi; sırf namaz kıldıkları için okuldan atılıp o günün parası ile büyük tazminat cezalarına maruz bırakıldılar.
Bu ahlâksız ve acımasız durumdan Fettoş zındığı çok istifade etti. FETÖ, o dönemler askerî okul öğrencilerine “Namaz kılmayın.” veya “Namazlarınızı imâ ile kılın.” diyerek dinde yeri olmayan, namazı tağyir eden; yani ortadan kaldıran bir usulle ortaya çıktı.
FETÖcüler, o yıllarda özellikle mübarek gün ve gecelerde namaz kılan öğrenci görürlerse hemen kancayı atıp “Sakın ha! Kimse namaz kıldığını görmesin! Görürlerse derhal okuldan atılırsın.” diyerek öğrencileri korkutuyorlardı. Bazı arkadaşlarım “Ama Vehbi namazını kılıyor.” dedikleri zaman “Bırak bu Donkişot’u, onu bu sene okuldan atacaklar zaten.” diyorlardı.
Birkaç öğrenci arkadaşımdan işitmiştim. Bana “Seni çok takdir ediyorum, benim de ailem dindar. İnşallah, okul bittikten sonra bende namazlarımı kılacağım.” diyorlardı.
Bu dönemde her kime sordu isem hep aynı şeyi söylüyordu. “Namazlarını açıktan kılma! Evine geldiğin zaman kılarsın.” gibi sözler ediyorlardı. Öğrenci arkadaşlarım ise özellikle bir parça dindar olanlar; önüme çıkınca yol değiştiriyor, öcü gibi benden kaçıyorlardı.
Fakat okuduğum kitaplar özellikle Bediüzzaman Said Nursi’nin eserleri; “her ne şartta olursa namazın kılınması gerektiğini” ifade ediyordu. Yarına sağ çıkmaya garanti yoktu. İster atsınlar, ister satsınlar… Her ne suretle olursa olsun namaz farzdı, üzerimize zimmetliydi ve kılınması gerekiyordu.
Günde beş vakit farz olan namazı, hele hele askerî okulda gizlemenin hiç imkânı yoktu. Cami ve mescid gibi ibadet yerleri olmadığı için cebimde taşıdığım muşambayı seccade olarak kullanarak merdiven altlarında ve pek de temiz olmayan kuytu yerlerde namazlarımı kılmak zorunda kalıyordum.
En rahat yer yatakhane katıydı. Burada nispeten rahatça namaz kılabiliyordum. Fakat sadece sabah ve yatsı namazlarını burada kılmak mümkündü. Koğuş katına gündüz vakti çıkmak yasak olduğu için öğle, ikindi ve akşam namazlarını bulabildiğim müsait yerlerde kılabiliyordum.
Namaz kılmaktan daha zor olanı ise abdest almaktı. Çünkü zaten su sıkıntısı yaşadığımız Heybeliada’da abdest alacak yer yoktu. Zaten kısıtlı olan lavabolarda bir de benim abdest aldığımı gördükleri zaman özellikle üst sınıf öğrencilerinin hışmına uğruyordum. Sonunda bir laboratuvarda bulunan çeşmeyi keşfettim. Anahtar bulup abdestimi alıyordum; lakin birkaç defa öğretmen subayların baskınına uğradım. “Ne yapıyorsun burada?” diye hışımla içeri girdiklerinde, “Abdest alıyorum.” demek zorunda kalıyordum.
Ne ilginçtir ki bu baskınların hepsi de tam abdest alırken ayağıma sıra gelince oluyordu. Kısaca söylemek gerekirse abdest aldığım belli oluyordu zaten. Bereket hiçbir öğretmen subay, bölük komutanına ispiyonlamadı. Eğer olmuş ise de kimse bir şey söylemedi.
Gölcük’te “Donanma Stajı” yapıyorduk. Savarona isimli meşhur okul gemisinde kalıyorduk. Öğrencilere öylesine dar bir yer verilmişti ki namaz kılacak küçücük bir alan dahi yoktu. Sonunda temizlik malzemelerinin konulduğu bir yer bulmuştum. Fakat buradan çıkarken bir subay tarafından yakalanmış ve bitmek bilmeyen sorularına muhatap olmuştum.
Sonunda “Namaz kılıyordum.” deyince hiç beklemediğim bir tepki ile karşılaştım. “Böyle söylesene be adam! Ben de seni içki saklıyorsun zannetmiştim.” dedi. Bu sefer ben şaşırmıştım lakin bölük komutanına “Bu öğrenci namaz kılıyor.” diye ispiyonlamıştı. Bölük komutanı da hafiye öğrenciler yüzünden benim ibadetlerimi yaptığımı bildiği için bir şey söylememişti.
Lakin namaz kıldığımı bildiğini söylemiş, kendi aklınca benimle bu yüzden alay etmeye çalışmıştı. Sınıf arkadaşlarıma “Vehbi’ye söyleyin size dua etsin.” demiş, güya espri yapmıştı. Son sınıfa geldiğimizde namaz kılan Libyalı bir öğrenciye ilaveten birkaç kişi daha olmuştu.
Libyalı öğrencilerden Salim, Cuma, Selim, Mahmud da namaz kılıyorlardı. Özellikle Mahmud ile çok çetin masa tenisi maçları yapan bir Türk öğrenci de aramıza katılmıştı. Benden nasıl namaz kılınacağını öğrenmek istemişti.
Namazın nasıl kılınacağını, rekâtlarını, okunacak sure ve duaları bir kağıda yazıp vermiştim. Bir gün beni çok fena azarladı: “Bana yanlış öğrettin!” dedi.
“Neymiş yanlış olan?” deyince çok acayip bir şey söyledi. Dedi ki: “Her rekâtta rükû ve secdeye giderken Allahu Ekber denilir, bunu yazmamışsın!” Ne söyleyeceğimi bilemedim. “Haklısın.” diyerek özür diledim.
Belli ki Mahmud, bizim arkadaşla dalga geçmiş. Masa tenisinde alt edemediği rakibini “Namaz kılmasını bilmiyor!” diyerek alaya almıştı.
Sonunda Heybeliada’da başladığımız askerî okulu, Tuzla’daki yeni binasında bitirmiştik. Fetö’cüler benim için “Mezun olamaz.” demişler; fakat hayal kırıklığına uğramışlardı. Fakat oruç, içki içmeme yüzünden bu sefer subaylıktan atılacağımı söylemişlerdi. Gerçekten de dedikleri gibi oldu. 1996 YAŞ kararları ile Deniz Kuvvetleri’nden re’sen emekli edildim. (Re’sen emeklilik; ordudan atılmanın kibarcasıdır.)
Yaşadığım bu acı olayları 2007 yılında yayınladığım ve ikinci baskısından sonra bir daha basılmayan “Bahriyede 15 Yıl” isimli kitabımda yayınlama imkânım oldu. Namaz ile ilgili yaşadığım daha nice olayı detayları ile anlattım.
Umarım bu yazı sayesinde 12 Eylül 1980 darbesinin çirkin yüzü ve “namaz ile ilgili konulara niçin çok önem verdiğim” anlaşılmıştır. Bu konuda daha ne kadar yazı yazsam az olacağı kanâatini taşıyorum, vesselam…
Aylık Dergisi 181. Sayı, Ekim 2019