Metris İbda Direnişi
“Bugün İslâm İhtilal İnkılâbının Tarihini Yazıyoruz!”
Tarih 25 Ocak 2000… Sabaha karşı Metris Cezaevi’nde Kumandan Salih MİRZABEYOĞLU önderliğinde bu tarih yazılıyor. Tırnak içindeki başlık da, O’nun o günün sonunda söylemiş olduğu bir söz.
T.C. 5 Aralık 1999 tarihinde uğramış olduğu hezimetin ve yüzlerce askerini rehin bırakarak kaçarken, çizdirdiği karizmasını, düzeltmek ve intikam almak için Metris Cezaevi’nde bulunan İBDA-C koğuşuna adına Noel Baba” dediği bir saldırı düzenlediği ve İBDA-C Akıncılarının bu saldırıya destansı çapta direndiği tarihti 25 Ocak 2000.
Kumandan’ın yakalanıp cezaevine getirilmesinden sonra, mahkemeleri protesto ederek mahkemeye çıkmayışı TC’yi ve mahkemelerini yerle bir ediyordu. (Bu mahkemelerin daha önce İBDA-C Akıncıları tarafından yerle bir edilişi kimse tarafından unutulmamıştır.)
T.C, Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun canına kast etmek istemiş ve bunu da 5 Aralık 1999 tarihinde bir kargaşa çıkararak yapmayı planlamıştı. Ama “Her hesabın üzerinde Allah’ın hesabı vardır” hikmeti mucibince hesaplar alt-üst olmuş ve hiç ummadıkları bir duruma düşürmüştü Allah onları…
5 Aralık 1999’un intikamını almak ve çizdirdiği karizmasını yeniden kazanmak için Kumandan’ın mahkemeye çıkmayışı bahane edilerek 25 Ocak 2000’de kapımıza dayandılar. Halbuki bir gün önce cezaeviyle yapılan görüşmelerde Kumandan’ın mahkemeye çıkacağı mümessilimiz tarafından idareye bildirilmişti. TC’nin İBDA Mimarı’nı nasıl mahkemeye çıkartmak istediği, 26 Ocak 200o tarihinde TC’nin tüm haysiyetsizliği ve liğiyle ortaya çıktı.
5 Aralık 1999 tarihinden sonra bunların, gelip intikam almak isteyeceklerini biliyor ve bekliyorduk. Beklerken de boş durmayıp, savaş hazırlıklarımızı sürdürüyorduk. Tüm Akıncılar, ellerinden geldiğince gece gündüz çalışıyor, eye sesleri mu***iye dönüşüyor, masa başında kibrit ucu soyanlar bu mu***iye eşlik ediyorlardı. Molotoflar hazırlanıyor, alev makinesi yapılıyor, patlayıcı ve el yapımı silahlar kendi imkânlarımız içinde yetenekli ve becerikli gönüldaşlar tarafından hazırlanıyordu. Görev taksimleri gerçekleşiyor, herkes üzerine düşeni yapmaya çalışıyordu. Zaman zaman gevşeklik edenler de olmuyor değildi. Ama uyarı ve ikazlarla bunlar çarçabuk gideriliyordu.
Beklemenin vermiş olduğu sıkıntı, ilk merminin patlamasıyla bitti. Ve direnişimiz başladı. İlk merminin patlamasıyla ilk yaralımızı verdik. (Yaralanan hafif bir sıyrıkla atlatmıştı.) Bunlar bizi hiçbir zaman korkutamadığı gibi korkutamazlar da. İBDA-C Akıncıları Allah’tan başka hiç kimseden korkmazlar. “Allah’tan korkmayanlarsa her şeyden korkarlar.”
O gün kış kıyamet ve hava çok soğuk, kar da yağıyor. Bizim dışarıyı gözetlemek için kullandığımız mekanizmada bir aksaklık oldu. Bu yüzden ana maltaya bakan koğuş kapısından maltayı gözetliyoruz. Her zaman olduğundan daha sessiz ortalık. Mazgaldan bir ayna yardımıyla kapı altı ve E Blok tarafını da gözlüyoruz. Fakat ortalıkta kapı nöbetçisi gardiyan da dahil hiç kimse yok. Birkaç seslenmeden sonra, nöbetçi kapı gardiyanı, başgardiyan odasının bulunduğu taraftan garip ve korkmuş bir tavırla geldi. Normal görünme gayreti gösterse de, bunda pek başarılı olamıyordu. Durumun anormal olduğunu anladığımızdan revirciyi çağırmasını istedik. Çok geçmeden revirci de kapı nöbetçisinin hâl ve edası içinde geldi. Ve hâlini “uykudan kalkıp, alelacele gel”miş olduğuna bağladı. Revirci ile aramız iyi olduğundan açıkça, “Bahçede bir hareketlilik var mı?” diye bakınmaya gönderdik. Kısa bir süre sonra geldi, “Hiçbir şey görmediğini” söyledi. Ama giderken “Allah yardımcınız olsun” dedi ve gitti. Artık durumun anormal olduğu aşikardı. Mazgaldan etrafı kolaçan ederken, eskiden kadın koğuşu olarak kullanılan ve boş olması gereken hücrelerin giriş kapısı altındaki gölgeleri fark ettik. Onları fark ettiğimizi anlayınca ateş etmeye başladılar.
Konumlandırılış itibarıyla barikat olarak kullandığımız, bir kişinin geçmesini imkân veren dolap ve ranzadan yaptığımız barikatı sağlamlaştırmaya başladık. Dışarıdan içeriye kimsenin giremeyeceği şekilde sağlamlaştırdık. Bu barikatı sağlamlaştırırken açılan ateş sonucu duvardan seken bir kurşunla bir kişi hafif şekilde yaralandı.
Bu arada bahçedeki çadırlarda uyuyanlar kaldırılıyor, gerekli malzemeler içeri taşınıyorken, silahlı askerler çatıya konuşlanıyorlardı. Bunların bir kısmını bizler de görebiliyorduk. Bahçedeki çadırlar yanmaya başladı. Uyanamayan bir gönüldaşımız (Akif Turan) az kalsın yanıyordu. Tüm kapıları kapattık.yaptığımız hazırlıklar sonucu kapıların dışarıdan açılması pek mümkün değildi. Zaten düşman da gelip kapıları açmaya çalışmadı. (Ana maltaya bakan koğuş kapısı hariç.) Ağır silahlarla uzaktan ateş etmeyi kendine yakışır buldu. Esir aldığı ve cezaevine koyduğu insanlara silah ve bombalarla uzaktan saldırmak güçlü(!) ve asil(!) TC ve ordusuna yakışırdı ki, öyle yaptılar…
Çatı, mutfak, İ. Hareket koğuşu, çamaşırhane, mazot deposunun bulunduğu alt katlar vs. koğuşun tüm çevresini alttan ve üstten kuşatıp silahlı askerlerle doldurulmuş. Ana maltaya bakan koğuş kapısından ateş etmeye başladıktan sonra da tavanda delikler açılmaya başlandı. Bu deliklerden gaz bombaları atılıyordu. Daha sonra da ateş etmeye başladılar. Dolapların üzerine çıkarak bu delikleri çeşitli malzemelerle kapatmaya çalışıyorduk. Delikler çok fazla olduğundan koğuşun her tarafına bol miktarda gaz bombası düşüyor ve içerisi durulmaz bir hâle geliyor ve gaz yoğunluğundan göz gözü görmüyordu. Biz de elimizden geldiğince gaz bombalarını etkisiz hâle getirmeye çalışıyorduk tavandaki deliklere müdahalede etkisiz kalınca, bahçe kapıları açıldı. Ana maltaya bakan barikatlı kapı düşman tarafından kesilerek açılmaya çalışılıyordu. Kapının önündeki barikat yanmaya başlayınca bu çalışmalarından vazgeçtiler. Yangının dumanı ve içerideki yoğun gaz bahçe kapılarının açılması ve hava sirkülasyonuyla düşman tarafına girdi. Ana malta ve cezaevi mutfağının camlarını kırmaya başladılar. Gaz maskeleri olmasına rağmen onların bir ân bile tahammül edemedikleri zehirli dumana bizler tahammül ederek direnmeye devam ettik.
Tavanda açılan delik ve deliğin arkasındakilerle mücadele ederken gönüldaşlarımız vuruluyordu. Sanırım bunlardan ilki Şükrü Sak’tı. Birkaç gönüldaş onu taşıyordu mutfak tarafındaki koğuşa. Vurulmuştu. Yoğun gaza maruz kalan yerlerden (Gerçi her taraf öyleydi) karga tulumba yaralılar biraz daha hava alınabilecek yerlere taşınıyordu.
Kütüphane diye adlandırdığımız salon ve mescit olarak da kullandığımız kısımdan İ. Hareket koğuşunun bahçesine denk gelen duvarın bir kısmını yıktık. İçeri atılan gaz bombalarını bu delikten dışarı atmaya başladık.
Atılan gaz bombalarından bir nebze kurtulmak için gönüldaşların bir kısmı banyoya sığınıyordu. Çok fazla sürmedi, banyonun tepesinden de delikler açıldı.
Alev makinesiyle bu deliklere müdahale ettiğimizde su veya yangın söndürücüyle karşılık veriliyordu. Ayrıca delik tavanda olduğundan tüpün ağırlığı ve hortumun kısalığından dolayı kullanımı çok güçte ve bunun yani alev makinesinin (el yapımı) sayısı da çok azdı. Atılan bombaların gazları yukarı çıktığından dolabın üzerinde bulunanlar bayılıyorlardı, hâliyle de yere düşüyorlardı.
Bu deliklerden yoğun bir gaz bombası yağmuru başladı. İçerisi o kadar çok yoğun bir gaz doldu ki bazı gönüldaşlar vurulmak pahasına kendilerini bahçeye atıyorlardı. Genç arkadaşlardan biri de (Murat Çilhan) havasız kalınca bizim mutfaktan bahçeye çıkmış ve merdivenlerde karnından vurulmuş. Rahmetli şehidimiz Sancar Kartal merdivenlerden onu içeriye taşımaya çalışıyordu. Yardım edip içeri taşıdık. Kardeşi gibi sevdiği gönüldaşının vurulmasına üzülmüştü. Şehidimiz üzerine düşen vazifeleri hiç aksatmadan hakkıyla yerine getirdi ve ölümsüzler kervanına katılarak Kumandanından helallik dileyerek şehadet şerbetini içti. Allah’ım bize de nasip et…
Bizim mutfak tarafındaki koğuşun duvarlarını delip girmeye çalışıyorlardı. Orayı da barikatladığımızı görünce açtıkları delikten ateş edip gaz bombası atmaya başlayınca barikatı ateşe verip çekildik. Bahçe kapıları açık olmasına rağmen duvarı kırıp girmeye çalışıyor olmaları, kapılara tuzak kurmuş olabileceğimizi göz ardı etmediklerini gösteriyordu. (Ayrıca bahçe kapılarından girdiklerinde neler olabileceğini daha önce görmüşlerdi.) Bahçe kapısının merdiveninin altında oldukça büyük yangın tüpünden yapılma bir bomba vardı. Gerçi bu bomba, çadırlar yanınca, pencere kenarlarında bulunan patlayıcılarla devre dışı kalmıştı. Düşmana korku salmak için merdivenin altındaki bombayı patlatmaya çalışmış olmamıza rağmen başarılı olamadık. Patlatmak üzere kurulmuş olan düzeneğin kabloları çadırlarla birlikte yanmıştı.
Yoğun bir bombardıman neticesi İslami hareket koğuşuna bakan, duvara açtığımız delikten gönüldaşların bir kısmı İslami hareket koğuşunun bahçesine atladılar.Atlamalarıyla silahlar patladı Ve birçok gönüldaşımız yaralandı. Yanlış hatırlamıyorsam Turan BARTIN, O. Hakan HİRA, M. Yavuz UÇUM,S. Gürsel AVCI, yaralananlardandı.
Gürsel bana işaret ederek onu çekmemi istedi bende “tamam” dedim. Gürsel fırladı ve bir sıçrayışta kolumu tuttu. Beni tutmasıyla birlikte bir silah patladı, onun koluna bir şey girdiğini gördüm ve içeri çektik. Gürsel “kafam” derken bende “kafanda bir şey yok” diyorum. Şaban ÇAVDAR, hemen kafasına bakıyor ve kanı görüyor. Gürsel’i tekrar İslami hareket koğuşunun bahçesine bırakıyoruz. O yaralı halleriyle gönüldaşlara eziyet ve işkence yapmışlar. Düşman düşmanlığını yapıyor…
Kartal cezaevinden Eskişehir cezaevine sevk edilirken Metris’te, İslami hareket koğuşundan biriyle karşılaştım. Neden koğuşlarına asker aldıklarını ve niçin direnmediklerini sorduğumda “yapacak bir şeylerinin olmadığını (onun tabiri) otomatik silahlarla geldiklerini” söyleyip, sanki ben papazmışım gibi günah çıkarıyordu.”A zavallı silahlarla değil de ne ile gelecekti. Veya neyle gelseydi direnecektin…”
Sabaha karşı başlayan saldırı tüm hızıyla devam ediyordu. Ele geçirdikleri bazı kişileri öğle saatlerinde teslim olmamız yönünde kullanmaya çalışıyorlardı.
Mustafa Fişenkçi adlı gönüldaşımızın Alman vatandaşlığı vardı. Zaman kazanmak için, bir konsolosluk görevlisi istedik ama hiç oralı olunmuyor hatta silah kullanma konusunda oldukça cömert davranıyorlar ve birçok insanı zehirliyorlardı…
Gaz bombalarına karşı ağız ve burun kısmını kuru ve kalın bir bez, kaşkol v.s gibi şeylerle düğüm kısmı ağza gelecek şekilde bağlayıp, artık nefes alamıyorum denildiği yerde, o düğümü ısırarak dayanılabiliyor. O düğümü ısırmakla sanki dişlerden elektrik gibi bir elektrik boşalıyor ve insan boşalıyor ve insan rahatlıyor. Bu gazlara maruz kalındığında kesinlikle suyla temas edilmemeli ve eller yüz, göz kısımlarına kesinlikle sürülmemeli. Ayrıca bir veya birkaç kişinin battaniye altına girmesi de işe yarıyor. Tabi kurşun menzilinde olmamak şartıyla.
Enformasyon işleriyle uğraşan Hayrettin Soykan yerli ve yabancı basınla yaptığı görüşmeleri battaniyenin altından yapıyordu. Fakat bulunduğu yerin kurşun menzilinde olduğunu fark edememişti ki oda vuruldu.
Yaralananların gönderilmesiyle salon kısmında toplandık ve kapıları kapattık. Salona girebilecek yerleri de kontrol altına aldık. Buradan bizi kimse kolay kolay çıkartamazdı. Daha öncede bahsettiğim gibi tavandaki deliklere müdahale etmek zordu. Bu deliklerden ve İslami hareket çatısından ateş ediliyor ve gaz bombası atılıyordu. Buna rağmen Kumandan elindeki el yapımı kılıçla dolabın üzerine çıkmış müdahale etmeye çalışıyordu. Delikten veya karşı çatıdan vurulma ihtimali çok fazlaydı…
Ne onlar içeri girebiliyor ne de biz dışarı çıkabiliyorduk. Ama halen direniyor ve tepemizden yağdırılan kurşunlarla sürekli kayıp veriyorken dayanabileceğimiz kadar dayanmaya çalışıyorduk.
Kumandanımız üzerine doğrultulan(delikten) silahı gören Sancar KARTAL “Kumandanım bu tarafa gelin” derken vurulmuş ve yarası ağır. Daha sonra İbrahim TATLI vurulmuş onunda yarası ağır.
Akşama doğru İslami hareket koğuşunun orada bulunan bir albayla uzaktan konuşarak bir antlaşma yaptık. Buna göre kimseye zarar verilmeyecek ve can güvenliğimiz sağlanacaktı. Bunun için devlet sözü veriyorlardı ki, biz bunların devletinin ne kadar alçak olduğunu bildiğimizden erkek ve asker sözü vermelerini istedik. Ama bunlar erkek ve asker olmadıklarını bir kere daha gösterdiler…
Antlaşmadan sonra bahçe kapısında toplanan gönüldaşlar sigara yakıp helalleşerek tek tek çıkıyorlardı. Benim daha önceden Niğde cezaevine sevkim olduğundan ve beni oraya götürmek istemelerinden dolayı oraya götürüleceğimi düşündüğümden, çok üzgündüm. Kumandandan ve gönüldaşlarımdan ayrı kalacağım endişesi ve ruh hali içerisinde cezaevi karakolunun yemekhanesine götürülürken Sancar’ın sedyeyle ambulansa bindirildiğini gördüm. Halen sağ idi… Cezaevinin giriş kapısının önünde Terörle mücadele masasından Mehmet Menteş, Şener Fıstıkçı, Amerikalı ve tanımadığım bir kişi daha vardı ve kamerayla çekim yapıyorlardı.
Yemekhaneye götürülüşümüzle üniformamız gibi gördükleri saç ve sakallarımızı kesildi. Bu arada mümessilimiz A.Osman ağabeyin bağırdığını duydum ve bir rütbeliyle konuştuğunu gördüm. Açık havaya çıktıktan sonra her şeyi fulû görmeye başladığım için rütbesini pek seçemedim. Bu alçaklar Kumandan’a saldırmışlar. A.Osman ağabeyde bundan dolayı bağırıp çağırıyor. “Erkek adamın verdiği sözde durması gerektiğini” ihtar ediyordu. Rütbelide onu yatıştırmaya çalışarak “zaten bizim felsefemiz” v.s gibi şeyler söylüyordu.
Bir süre sonra bir ring aracına götürüldüm. İçeride gönüldaşları görünce nereye gidersek gidelim artık yalnız değilim diye düşünerek kendimi daha güçlü hissettim.
Kartal cezaevine getirildik, insanlık dışı muamelelerden geçirildikten sonra, hücrelere konduk. Gönüldaşlarla hücremiz yan yana idi. Bir gün sonra 26 Ocak 2000 tarihinde, Kumandan mahkemeye çıkarıldı. O gün Kumandan’ın mahkemeye çıkarılış haline bakarsak, düşmanın bütün bunları neden yaptığı ve nasıl sefil bir yaratık oldukları anlaşılır ki, bunu cümle alem görmüştür…
Daha son hesaplaşmayı yapmadık, ve o hesaplaşma gününün çok yakında olduğu aşikâr. O güzel günler geldiğinde bize güzel işler nasip et Yarabbi…
Ya Muntakim ALLAH…
Ethem Köylü
25 Ocak 2000 Yer Metris İbda Koğuşu
Aylık Dergisi 112. Sayı Ocak 2014