Okurlarımızın tanıması açısından bize kendinizi tanıtır mısınız?
16 Şubat 2009’da genç yaşta elim bir trafik kazası sonucu aramızdan ayrılan can arkadaşım şair yazar Mehmet Sait Yakut hakkımda şöyle yazmıştı:
“Cendereler için de burgaçlanan rüzgârın, tutunup saçlarına gökte dağılan adam… Ağdıkça kendi başına kül olup yağan… Külleri karıldıkça çılgınca yalazlanan… Matemi hüseyni, makamı hüzzam… Ziya Gökalp’te Kürtçe hayal kurarken suçüstü basılan adam… Müsekkin bir dua, mütebessim bir keder… Kendini uğurlayıp kendini karşılayan ve ölümü ömürlere yakıştıran hece hece gam… “Ey”in şairi Sıtkı Caney ve onun kaçgın yoldaşı, Ebuzeran!”
Beni kısa ve öz olarak çok iyi anlatan cümlelerdi bunlar. Benim buna ekleyebileceğim sadece hayatıma dair birkaç sıradan cümle: 1961 yılında Bingöl’de doğdum. İlk ve ortaöğrenimini Elazığ’da tamamladıktan sonra 1984 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldum.
Kendimi Bingöllü, Elazığlı ve İstanbullu saydığım kadar Dersimli, Diyarbekirli ve Mersinli de sayarım. Serbest avukatlık mesleği dışında reklam ajansında, film yapım şirketinde, yayınevinde, gazetede, televizyonda, tuğla ocağında, inşaatta vb. işlerde çalıştım.
Şiirlerim; Muştu, Aylıkdergi, Mavera, Albatros, Üç Çiçek, Göçebe, Kayıtlar, Yediiklim, İpekdili, Şiirin, E, Gerçek Hayat, Yaratım, Kırklar, Yolcu, Aprinçor, Temrin, İhtiyar, Tahkim, Kûn dergilerinde yayınlandı.
Yazılarımla geçmişte “yeni devir” ve “Yeni Şafak” gazetelerinde yer aldım, en son Timeturk’te yazdım.
Şiir kitaplarım: LAYYA / İTİRAF VE GİZEM / BANA SONSUZLUK DİLE / EBUZERAN
Biraz evvel ki suâli, bir de şöyle sormak istiyoruz: Sıtkı Caney’in rüyâsı nedir? İdealleri, hayata bakış açısı, onu kavrayış biçimi?
Tek bir rüyam var; Bütün mazlumların bütün yeryüzünde Allah’ın vaat ettiği şekilde iktidar olduğu, İslam Milleti’nin Hakikat’in aydınlığına kavuştuğu yeniden birlik olduğu günleri ölmeden önce görebilmek.. Kişisel hiçbir idealim yok, varoluşun künhüne varabilmek ve böylece dünyadaki sınavımı verebilmekten başka. Hayata bakışımı da buna nispetle anlamlandırabiliyorum, yani hayat yani şu yaşadığımız dünya günleri doğumdan ölüme dek sadece “sınav”dan ibarettir, iyi doğru ve güzel yolunda yürüyebilme, varoluşun künhüne varabilme, rabbini bilebilme sınavı…
Sanat hayatınız?
Benim için yanlış bir soru. Herkes gibi benim de bir tek hayatım var. Hayat; sanat hayatı, dini hayat, iş hayatı diye tasnif edilemez bence…
Şiire olan merakınız ne zaman başladı? İlk şiirinizi ne zaman yazdınız, hatırlıyor musunuz?
Şiiri beş yaşımda dinlemeye, yedi yaşımda okumaya, 12 yaşımda yazmaya başladım. Yayınlanan ilk şiirim 15 yaşında Muştu dergisinde…
Şair’in bu dünyadaki görevi nedir? Hiç ulaşamayacağı bir şeyleri mi arar? Boğuk boğuk bir şeyler mi mırıldanır kendi dilince yahut ta o, şiirden anlamayanlarca yalnızlığa terk edilmiş bir kürek mahkûmu mu? Kimdir şair; başka işi gücü yok kâinatın sırlarına göz dikmiş bir avcı mı? Kim?
Şair’in de herkes gibi bu dünyadaki görevi sınavını verebilmekten ibarettir. Üstad Necip Fazıl Kısakürek “Ben şairim, gaibi kurcalayan çilingir” diyerek şairin bu fani dünyada sonsuza nispetle durduğu yeri ya da sırra doğru yürüdüğü yolu çok güzel ifade etmiştir. Evet, şair
bilinmeyenin kilitli kapılarını açmaya çalışan, bunun için kelimelerden anahtarlar yapan böylece hikmet’i aralayandır.
Sizce şiir’in gayesi nedir ve bu gaye’ye bağlı mânâ nedir, ne olmalıdır?
“Şiir’in gayesi” demek yerine “şair, şiirle nereye varmayı amaçlar” demek daha doğru olur sanırım. Bana göre şair yazdığı ya da söylediği şiirliye, şiire muhatap olanın zihninde ve gönlünde yeni bir alan, yeni bir pencere açmak, idrakini görünenin ötesine yöneltmek, onu süfli olandan ulvi olana yükseltmek ister. Böyle bir işlevi olmayan şiiri hiç çekinmeden süfli şiirler sepetine atabilirsiniz.
Bugünkü Türk şiir, sanat ve edebiyatı hakkındaki görüşleriniz?
İstisnaları saymazsak, aslında fena halde cançekişen ama bu cançekişmeyi yeni bir doğum sancısından da öte kemale ermiş üretimlerin ve yeni deneyimlerin muhteşem gösterisi gibi sunan bir sanat edebiyat “piyasa”sı var
Belli bir noktayı işaret ederek sorarsak, Divan Edebiyatı’ndan bu yana gelen anlayışları bir yana bırakarak soralım: günümüze has bir şiir anlayışı var mı? Varsa bunu kim belirliyor, Fransız Akademisi gibi bir “onay” ocağı mı yahut benzer teşekküller mi? Yoksa her önüne gelenin kafasına göre dâhil olduğu bir kaçıklar panayırının müsveddeleri mi belirliyor?
Günümüze has belirgin bir ya da birkaç şiir anlayışının varlığından söz edebilmek için günümüz şairlerinin şiirlerine ve eleştirmenlerin onları nasıl değerlendirdiklerine bakmalı ki durum “herkes kendi âleminde, her şairin anlayışı da şiiri de kendine…” şeklinde özetlenebilir bence. Öyle onay makamı ya da belirleyici kimse yok yani… Ama “piyasa” var ve piyasanın yani kapitalizmin kuralları var tabii.. Elbette piyasaya teslim olmayan, boyun eğmeyen şairler de her zaman olacak sayıları çok az olsa da…
Bir Türk şiir akademisi kurulacak olsa “on kişilik olsun bir kültür şebekesi” kurabilecek bir yetkinliği var mı bugünkü sanatkârlarımızın?
Bu soruya cevap vermesem… Birilerinin beni “ukala” sanmasını istemem.
Peki, Ebuzeran kimdir? Okurlarımıza böyle bir suali nasıl cevaplarsınız?
Ebuzeran, Ebuzerler demek. Sahabe Ebuzer Gaffari gibi haksızlık karşısında susmayan, yoksulların, gariplerin, mazlumların hakkını arayan, zalimden hesap soran herkes.. Kırk bölümden oluşan Ebuzeran şiiri bütün zamanların bütün devrimcilerinin bütün ebuzerlerinin sesi olsun istedim.
Salih Mirzabeyoğlu’na ithaf ettiğiniz bir şiiriniz var; üçüncü bölümü ile “bitti” zannetmiştik ama birden devam bölümleri geldi. Hikâyesi nedir bu şiirlerin?
Evet, “bütün akıncılar adına” “Kumandan’a” şiiri… Şimdiye kadar yedi bölüm yazdım. Kaç bölüm daha olur bilmiyorum. Nasip. “Hikâyesi nedir bu şiirlerin?”, zor bir soru. Hikâye edilemeyecek kadar karmaşık bir hal yazdırdı bana bu şiirleri ve yazdıracak. Rüyayla, duayla, vefayla, gönüldaşların anlattıklarıyla beslenen bir hal. Söz açılmışken dua etmelerini istiyorum bütün “Aylık” okuyucularından, Salih Mirzabeyoğlu’na Özgürlük için.