25 Ocak 2000 Metris… Bu tarihe gelmeden evvel 1999 sürecini ve daha öncesini bilmek ve yaşananları hatırlamak gerekiyor.
İBDA hareketi, 90’lı yılların başlarından itibaren İslâmcı mücadelenin ivme kazanması hususunda öncü rolü ile hadiselere yön vermiş ve mevcut katı Kemalist yapıya karşı nasıl dik durulması gerektiğinin örneğini sergilemiştir.
80 sonrası kimsenin çıtının çıkmadığı bir ortamda, Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in vefatı ve cenazesi etrafındaki olaylarla birden kırılan hava ve sonrasında yumuşayan hava ile “muhafazakâr” kesimin çoğunluğunun ANAP’ta kendini ifade edişi…
Turgut Özal’ın yakalanan ivmeyi istismarı ve süregelen yıllar… “Serbest piyasa ekonomisi” ile beraber her türlü pisliğin de memleketi sarışı… Bu arada Amerikan tarzı siyasetin ve Batıcı hayat tarzının Müslüman Anadolu halkına dikte edilmesi… Batıcı, Kemalist, Laik hayat tarzının kanunlarla da korunuyor oluşunu ekleyelim. Müslüman Anadolu halkına karşı topyekûn bir operasyon…141-142 ve 163. Maddeler başta olmak üzere Müslümanları “demir yumruk” altında tutuş…
Bu şartlar altında İBDA Cepheleri’nin hareketliliği ve Ak Doğuş Dergisi… Cephelerin hareketliliği ve Nokta Dergisi’nin İBDA MİMARI Salih Mirzabeyoğlu ile yaptığı meşhur röportajı, “Şeriat İçin Silahlı Mücadele” manşeti…
Müslümanlar, Kemalizm’in 1. sıradaki hedefi ve Amerikan mandası olmak, Türkiye’nin ileri uç Sömürge Valiliği pozisyonu, tabiî bir durum herkes için…
Bu şartlar altında 1. Körfez Savaşının bir tarafı olarak Türkiye, Irak’a karşı ABD’nin yanında ve fiili olarak da savaşa girme hazırlığında…
Mevzunun devamındaki hâdiseleri İBDA MİMARI Salih Mirzabeyoğlu’nun “Tilki Günlüğü” isimli eserinin 3. cildinden kısa kısa paragraflarla takip edelim:
“Vâridat: Şanlı Cuma. (…) 25 Ocak 1991… İslâmcı mücadele tarihinde İBDA-C ile açılan şanlı bir sayfa…(…)
(…) Körfez Savaşı… Turgut Özal eliyle Kemalist devlet de Irak’a saldırma bahanesi aramakta… İslâmcı kesimin Cuma namazı gösterileri, göstermelik nümayişler diye bu niyet için bir tehlike kabul edilmezken, sol örgütlerin silâhlı ve bombalı eylemleri de ferdî ve kitleye sirayeti olmayan bir sırada sayılmakta…Öyle ya; ortada muazzam bir savaş varken, patlayan üç-beş bombanın kamuoyu için de bir mühimliği ve tesiri olamaz…Öyleyse?…
Körfez Savaşı başlamadan önce, basın yayın organlarının muazzam bir propagandası neticesinde ‘zalim Saddam’ edebiyatıyla Amerikan yanlısı bir hava estirilmiş, Müslüman kesim de bundan payını almış olarak tam bir kararsızlığa düşmüştü… Cuma dergisinde yayınlanan –ünlü desem yeri- röportajımdan sonra ise, bu kararsızlık Amerikan aleyhtarlığına dönüştü… Ve bu ortamda, Müslümanların Cuma gösterileri ile solun ferdî eylemleri… Ama Kemalizm’in köpekleri, bunda bir kıymeti harbiye görmüyorlardı… Öyleyse? Ne yapmalı?
Yapılması gereken şey, ferdî eylemin kitleyi beslemesi ve kitle kalkışmasının ferdî eylemi yüreklendirmesi… Kemalist rejim köpeklerini, ‘dimyata pirince giderken, evdeki bulgurdan olmak’ hesabına getirmek… Bunun için de, son derece cüretkâr bir eylem… Polis nezaretinde orta oyunu gibi göstermelik gösteri değil… Tıpkı, muhaliflerin ‘bunlar Müslümanları kırdırmak istiyorlar’ numarasıyla önce sıvışma mazereti içinde pislik yaparken, sonradan hareketin tutmasıyla parsa için dörtnala iştirak ettikleri şanlı Türban kavgası gibi, kitleyi sıçratıcı bir hareket… Dediğim şu:
-‘Eğer cami avlusunda kendi kendine bağırılacak ve Şiilerin palavradan Cihad yemini maskaralığı ile bitecek bir hareket olursa katılmayın!’
Yapılması gereken şey… Meydana çıkmak… Yeri gelince büyük harflerle!..
Ertesi gün Milliyet gazetesi, ön sayfadan resimle birlikte verdiği haberi, iç sayfada büyük manşetle veriyor: ‘Saddam’a destek gösterileri’… Ve büyük bir resim: İbda’nın el işareti olan, “Saddam, sen oradan, biz buradan” yazılı pankartı açmış kalabalık…(…)
(…) ‘İstanbul’da Cuma namazından çıkan göstericiler ABD ve İsrail bayraklarını yaktılar. Güvenlik güçleri havaya ateş açtı, gözyaşartıcı bomba attı. Beyazıt’ta kalabalığın içinden bir kişi tabancasını ateşledi’… Bu manşet altı spottan sonra, onun yanında şu:
-‘Yurdun çeşitli yerlerinde namaz sonrası savaşa protesto gösterisi yapan halk ile polisler arasında zaman zaman olaylar çıktı. Tatvan’da iki kişi, Batman’da ise 10 kişi çeşitli yerlerinden yaralandı.’ (…)”
Tüm bu olaylardan bir hafta sonra, İBDA MİMARI Salih Mirzabeyoğlu MİT tarafından kaçırılarak hukukî olmayan bir şekilde gözaltına alınışı ve sebeplerine dair oradaki intibalarını anlatırken, İBDA MİMARI’nın “İşkence” isimli eserinden önemine binâen aktaralım:
“Ben, gerek MİT‘te ve gerekse siyasî şube de, hadiseyi kendilerine maletmek için çırpınan kesimler varken. Niye bana yüklendiklerini soruyordum; ve açıkçası bunların birdenbire hadiseleri hızlandırarak bir halk ayaklanmasına geçtiğim korkusuyla beni kaptıklarını görüyordum… Davut, Batman hadiselerinin benimle ne ilgisi olabileceği şeklindeki masumiyet ifademe karşı, kitabî bir hitapla mukabelede bulundu: -‘Sen, sadece fikir üflerim, diyorsun; onun adı provokatörlüktür!.. Kurt dumanlı havayı sever, diyorsun. Dumanlı hava ne demek?”
Bu mevzu hakkındaki İBDA MİMARI Salih Mirzabeyoğlu‘nun kıymet hükmünü buraya ekleyelim: “Şanlı Cuma… Kendinden önceki Cuma gösterilerini manalı kıldığı gibi, kendinden sonrakileri de manalı kıldı… Solun pek cılız birkaç küçük toplu gösterisiyle beraber, ferdî eylem planındaki verimini de İBDA’ya bağladı.”
İBDA’nın duruşu, aldığı tavrın bir neticesi olarak; “Kemalizm’in köpekleri” derslerini aldılar. Ve aslında bu hâdiseler Saddam Hüseyin’in 1. Körfez Harbi’nde Amerika’nın tekerine çomak sokarak “façasını çizmesi” gibi Türkiye’de İslâmcı mücadelenin başka bir evreye geçtiğinin de habercisiydi…
Özellikle “meşhur Taraf Dergisi” başta olmak üzere İBDA cephelerinin Kemalist kemikleşmiş yapı ve unsurlarına devamlı tacizleri, yıpratması ve “dik duruşun” nasıl sergileneceğini göstermesi bakımından çok ehemmiyetlidir 90 ve 95 seneleri arası… Bu devre, sosyolojik açıdan da ayrıca incelenmesi gereken bir devredir; Laik Kemalist rejimin, 70 küsür yıllık işkence, zulüm ve Batı’ya adaptasyonu ile harâbe hâline gelen memleketten, zuhur gibi ortaya çıkan bir zümrenin çıkışı, İslâmcı camia başta olmak üzere herkesi abandone edişi… Bir yandan küfrün en haşin yüzüyle Müslümanlara saldıran Kemalist yapının şaşkınlığı, diğer yanda ise İslâmcı mücadeleyi “ılıman” bir havaya sokmaya çalışan yapıların ne yapacağını bilememesi…
İBDA’nın dili ve anlayışının şuurlara alternatifler vererek ve sürekli eylemlerle bahsettiğimiz yapıların hareketlerini zayıflatması, sonunda tepki olarak Refah Partisi’nin gücüne güç katarak meydana çıkışı…
Batıcı hayat tarzını kabul etmeyen ve onu kabul etmemekle birlikte yerine neyi teklif edeceğini bilemeyen, küfür cephesi karşısında “dili tutuk” bir köle, Amerikalının “beyaz zenci” si gibi bir psikoloji içerisinde debelenen “İslâmcı hareketler” de İBDA’nın açtığı kulvardan geçerek bugüne gelmişlerdir.
Refah Partisi’nin yerel seçimlerdeki başarısının ardından gelen genel seçimler başarısı ve koalisyonla da olsa hükümet kurmasının mânâsını, 1990’lı yılların başından başlayarak Kemalist düzenin gücünün fikirde ve kavgada yıpratılmasında aramalı…
Durmadan evlerine yapılan baskınlar ve delilsiz tutuklanarak içeri atılmaları nedeniyle meydanda ivme kazanan kavgasını, cezaevlerinde de bayraklaştıran İBDA, toplum hafızasında o güne kadar çizilmiş “yobaz, gerici, kaba, absürt Müslüman” imajını da darmadağın ederek “Müslümanlığın nidüğünü ve nasılını” göstermesi bakımından da ayrıca incelenmesi gereken bir harekettir.
Rejimin kir pası altında kalan insanların, şuur ve hafızalarındaki bu kırılmalar ve yerlerine yavaş yavaş yerleşen gerçek-hakikî imajlar; neticesinde ise buna göre alınan kararlar ve uygulanan aksiyonlar… Bu açıdan bakıldığında, rejim bekçileri ve bekâsı uğruna hadım edilmiş gönüllü kölelerinin 28 Şubat 1997’de ki meşru hükümete darbesi gayet tabii karşılanmalı… Kaybedecek bir rejimleri kalmıştı. Hükümet olmasına rağmen ipleri tamamen eline alamayan o günkü mevcut idareciler, sivil toplum kuruluşları(!), medya ve asker üçgeni içinde sıkıştırılarak istifaya zorlandı ve darbe gerçekleşti. Fakat burada üzerinde durulması gereken, o günlerde günlük gazete olarak yayın hayatına devam eden Yeni Yüzyılın manşetine çektiği İBDA hareketinin tavrı idi. “İslâmcılar Silaha Sarılacak”…
Tabiî bugünün ayağa düşen ve ölü bir adama tekme atmaya benzeyen Atatürk’e laf atma geyiklerinin hayal bile edilemez demlerinden bahsediyoruz. Sol camianın ne yapacağını şaşırdığı ve suskun bir şekilde köşesinde beklediği ve yine “sağ” kesimin de diğerleri gibi seyrettiği ve “muhafazakâr-İslâmcı” kesimin hazırola durduğu demler… “28 Şubat” a Türkiye çapındaki ilk tepki 1997 tarihli 30 Mart Yeni Yüzyıl gazetesi manşetinde “İBDA-C üyesi Soykan’a Dayanarak” şöyle yer aldı: “İslâmcılar Silaha Sarılacak!”
Her zamanki gibi direkt tavrını alan ve rengini belli eden İBDA hareketinin meydana çıkışı ve tepkisinin ciddiyeti, rejim tarafından iyi hatırlanıyor 25 Ocak 1991’den…
Bütün fraksiyonu ve renkleriyle herkesin “her şey bitti” dediği bu süreçte düşmanını iyi tanıyan ve onun bütün kuvvetini karşısındakilerin tutuk halinden aldığını bilen İBDA, herkesin aksine, baştan beri yürüttüğü ve devre devre meyvelerini devşirdiği kavgasının dozajını daha da arttırdı.
Hasmını iyi bilen düşman, 1997 sürecinin sonunda İBDA MİMARI’nı “Terör Örgütü Lideri” iddiasıyla tutukladı. 28 Şubat 1997’de “bir saat içinde 60.000 kişiyi, bir hafta içinde 140.000 kişiyi imha etmeyi” hedefleyen İslâm düşmanları İBDA’nın öne atılışı ile hamlesine vücut bulamamış ve işlerini rizikoya sokmamak için geri adım atmıştı… 28 Şubat’ın sonradan “post-modern darbe” olarak isimlendirilmesi de bu yüzden; aksi durumda, gayet modern (!) bir şekilde katliam yapacaklardı… İBDA MİMARI Salih Mirzabeyoğlu’nun hiçbir hukuk kaidesine dayandırılmadan tutuklanarak Metris Cezaevi’ne koyulmasının ardından akamete uğrayan 28 Şubat Süreci’ni devam ettirme niyetleri İslâm düşmanı rejimin kursağında kaldı.
1999’a gelindiğinde İBDA MİMARI Salih Mirzabeyoğlu “Ümmetin Kurtuluş Yılı” olarak ilan etti bu yılı… Ve ne olduysa, olacaksa ondan sonra oldu. Herkesin hesapları alt-üst vaziyette bir panik havasına girdi rejim bekçileri… Bir yandan da vurgunlar, soygunlar, yolsuzluklar içerisinde devlet hazinesi ve varlıkları çalınıyor ve çöküş’ünde verdiği panik içinde ekonomik istikrarsızlık had safhaya ulaşmıştı… Bunu iyi analiz ederek Metris İsyanları ve dışarıdaki eylemlilikleriyle beraber İBDA Hareketi, Kemalist rejimi sarstı… Rejim ve bekçilerinin başörtüsünden tutalım İslâmi bütün değerlere karşı hakaretleri ve aşağılamalarına karşılık İbda cepheleri başta İstanbul olmak üzere yurdun dört bir yanında bir anda harekete geçerek eylem yapmaya başladı… Rejimi temsil eden ve ona köpeklik eden kurum ve kuruluşların hedef alınarak cephelerin taarruzları ile İslamcı mücadele şahlandı…
“1999 Ümmetin Kurtuluş Yılı” nidası, tüm memleket çapında bir hareketliliği ve rejim ile Müslüman çatışmasının ayyuka çıktığı bir süreci doğurdu.
İşte ilahî tevafuku ile 25 Ocak 1991 “İhtilalcı Çıkışı” ile 25 Ocak 2000’de Metris’e yapılan “Noel Baba Operasyonu”na karşı gösterilen direniş, “İhtilalcı Çıkış” Türkiye’deki İslâmcı mücadele açısından bir dönüm noktasıdır tahlil edebilen için…
Bu saldırı, tüm bu mücadelede öncü rolü oynayan İBDA ve MİMARI’nın bağlılarının yok edilmesi ve rejimin önünün açılması bakımından ele alınmalı… Ama hesap içinde hesap var. Metris’te 25 Ocak 2000’de bir şehit 10’un üzerinde ağır yaralı ve 50’yi aşkın yaralısı ile ve Bandırma Cezâevinde 7 Ocak 2000’de bir şehid, 15 yaralısıyla destanlık çapında direnen, bu katliama boyun eğmeyen İBDA hareketi yapacağını yapmış ve karşı gelinemez, karşı gelinmesi hayal edilemez rejimin İslâm düşmanı yanını ciğerine kadar deşmiş ve darmadağın etmiştir.
Bugün 28 Şubat etrafında açılan soruşturmalar, yapılan tutuklamaların hakikaten o günlerdeki kuduz İslâm düşmanı kâfirler ile bir hesaplaşma içinde olsaydı eğer, İBDA MİMARI Salih Mirzabeyoğlu ve birçok İBDA’cı cezaevlerinde olmazdı…
28 Şubat’a direnen şehit ve gazi veren ve hâlâ gerçek kavgasını sürdüren İBDA’dır…
Aylık Dergisi 101. Sayı Şubat 2013