Cumartesi, Aralık 7, 2024

Afrikada Neler Oluyor?

Fransa’nın Mali’ye asker çıkartmasının ardından gözler yeniden Afrika’ya döndü. Bizim medyamız günlük itiş kakışlardan ve magazin haberlerinden başını kaldırarak uluslararası hadiseleri gündeme getirmez. Bu sebeble de Türkiye’de yaşayan pek çok insan, Müslümanlar ile Batılı işgâlciler arasında Afrika’da süren mücadeleden pek de haberdar değillerdir.

Afrika, 1500’lü yıllarda, coğrafi keşifler döneminde keşfedilmeye başlandı. Bu dönem sistematik sömürgeleştirme hareketlerine sahne olmasa da köle ticaretinin başladığı dönemler olarak ifade edilir. Köle ticareti esnasında gelişen ilişkilerde bu bölgenin zenginlikleri Batılılar tarafından fark edildi.

1800’lü yıllarda, gelişen makine teknolojisiyle üretilen buharlı gemiler vesilesiyle sistematik sömürgeleştirme hareketlerine başlandı. Osmanlı Devleti’nin ticaret yollarındaki hükümranlığını mutlak şekilde kırmak, Sanayi Devrimini gerçekleştiren Batı’ya ucuz iş gücü(köle) ve hammadde sağlamak, jeopolitik konumunun siyasî ve askerî bakımından önem arz ettiği yerleri işgâl edebilmek için izlenen sömürge politikası, hâlen Batı’nın boynunda asılı duran ve hesabı sorulmamış cürümlerden yalnızca birisidir.

Sömürgecilik faaliyetinin ilk hedefi; Avrupa’ya yakın olması, yeraltı ve yerüstü kaynaklarının zenginliği, genç nüfusu, denize kıyıları olması, iç kesimlerle kıyı hattının irtibatının sorunsuz olması hasebiyle Afrika olmuştur. Bu dönemde İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar, Portekizliler, İspanyollar ve Almanlar Afrika Kıtasını paylaşarak, insanlık haysiyetine mugayir akla gelen gelmeyen ne varsa Afrika milletlerine tatbik etmişlerdir.

Sömürgecilik politikaları Birinci Dünya Savaşı’nın sebebleri arasında sayılmaktadır. Bu iddiaya göre paylaşımlardaki adaletsizlik Avrupa’yı savaşa sürükleyen nedenler arasında sayılmaktadır.

Birinci Dünya Savaşı’nın ardından gerçekleştirilen paylaşımların süreklilik arz edebilmesi adına İngiliz’in sinsi politikaları devreye girmiştir.

İşgâl fetih gibi değildir; yalnızca madde planında gerçekleşen cebrî tahakkümdür. Sosyolojiden azıcık anlayan birisi bilir ki, cebrî tahakkümün uzun yıllar boyunca tatbik edilmesi söz konusu değildir. Hâl böyle olunca, sinsi politikaların bir numaralı mimarı İngiliz, tezgâhı başka bir biçimde kurmuştur.

Öncelikle, bir ideal ekseninde bir araya gelinmesi mümkün olmayacak şekilde bölgeyi haritalandırdılar. Kurulan sunî ülkelere de kendileriyle işbirliği hâlinde olan yerli unsurları atadılar. Dışarıdan bakıldığında istiklâlini kazanmış bir devlet görüntüsü, içeriden bakıldığındaysa, kendisine ait bayrağı ve devleti olan atanmış sömürge valileri tarafından, Batılı efendilerinin çıkarları nisbetinde idare edilen neo-sömürgeler; İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan çift kutuplu dünya düzeninden kaynaklanan gerginliğin hamîlerinden başkasına Afrika’yı unutturdu. Soğuk savaşın sona ermesinden sonra yaşanan ekonomik buhrana yegâne çözüm olarak görüldüğünden, kanlı gözler yeniden Afrika’ya dikildi.

Bugün dünya politikasına bakacak olursak; Amerika’nın kurduğu Avrupa Birliği, birlik içinde mutlak hâkim konumuna gelen Amerika güdümündeki Almanya ve birliği dağıtarak hâkimiyet sahasını genişletmek, eski şaşalı günlerine dönmek derdindeki İngiltere’yi karşımızda buluyoruz.

Ekonomik buhranın ardından Batı’da, öyle veya böyle taşlar yerinden oynadı. Aslında bunun sonucunda Batı’nın kendi içinde büyük kıyımlara sahne olacak bir savaşa sürüklenmesi gerekiyor. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları esnasında yaşanan ve hâlen unutulmamış acılar, Batı nüfusunun yaşlı olması, ekonomik bakımdan böyle bir savaşı kaldıracak durumda olmamaları, inşa ettikleri global dünya nizamı buna müsaade etmiyor ve sıcak savaş, farklı sahalarda tecelli eden asimetrik savaşa yerini devrediyor.

Çin’e de ayrıca bir parantez açmamız icab ediyor. Son yıllarda Afrika’nın tarım bakımından verimli bölgelerinden yüklü miktarlarda toprak satın alan Çin’in de oyuna dâhil olduğunu unutmadan ekleyelim. Teferruatına daha sonra değiniriz.

AFRİKA

Sömürgecilikten de evvel başlayan köle ticareti sürecinde güçlü, kuvvetli ve sağlıklı ne kadar Afrikalı varsa köle diye Batı’ya satılmıştır. Geri kalan insanlar üzerinde Soğuk Savaş

döneminde, envai çeşit biyolojik ve kimyevî silah denenmiştir. Tüm bunların bakiyesiyse, Somali örneğinde gördüğümüz gibi içeceği suyu çıkartacağı kuyuyu kazacak mecali olmayan bir millettir.

Manzara ne denli dehşet verici, dikkat ediniz birisinden değil, bir milletten bahsediyoruz, kuyu kazmaya mecali kalmamış bir millet!

Somali özelinden devam edecek olursak, son derece zengin yeraltı kaynaklarını görürüz. Amerika ve İsrail’in devamlı suretle Müslümanları bombaladığı topraklar. Bu topraklardaki yeraltı kaynakları tam da aklınızdan geçtiği üzere Batılılar tarafından işletiliyor. Batılılar, tesislerinin güvenliğini sağladıktan sonra; ülkenin geri kalanında çocuklar açlıktan ölüyormuş, susuzluktan ölen varmış gibi meselelerle uğraşmıyorlar. Şebab gibi Müslümanlar’dan müteşekkil cihad organizasyonları da İslâm topraklarını sömüren işgâlcileri memleketlerinden kovmak, olmadı konforlarını kaçırmak için kâfirle mücadele ediyorlar. Terörist(!) diyorlar ya hani, ondan işte…

Afrika’da, Müslümanların yaşadıkları coğrafyalara bakılacak olursa manzara genellikle aynı şekilde. Meselâ Somali’deki mücahidleri devamlı suretle bombalayan Etiyopya… Etiyopya’nın halkının büyük çoğunluğu Müslüman fakat iktidar Hıristiyanlarda… Anlayacağınız, dünyanın en çirkin hâlinin fotoğraflarını Afrika ihtiva etmekte.

Tüm bunlara mukabil de Afrika’daki Müslüman nüfus hızla artmakta.

Afrika başlığı altında devam edelim. Kimi ülkeler Türkiye gibi Batılı olduklarından pek de sıkıntı yaşamıyorlar. Güney Afrika gibi kâfirlerin hükmüne tâbi olmuş olan memleketlerde bambaşka bir manzara söz konusu. Küfrün zulmüne ve hâkimiyetine direnenlerin memleketlerinin aksine dünyevî refahı sürüyorlar.

ÇİN

Batılı vahşî kapitalistlerin sömürgelerini ne hâle getirdiklerini beş yüz senedir görüyoruz. Buna mukabil oyuna yeni dâhil olan Çin, bu işi daha farklı şekilde yapıyor. Özellikle ülkesindeki kalabalık nüfusun beslenmesini sağlayabilmesi adına tarım sahalarına muhtaç olan Çin de Afrika’dan toprak satın alıyor ve tarım üretimi gerçekleştiriyor. Batılıların aksine, hem üretim alanlarındaki toprakları ucuza da olsa bedelini ödeyerek satın alıyor, hem de bölge insanını üretim sürecine dâhil edip istihdam sağlıyor.

Batılıların fiilî saldırılara başlamalarının altında yatan bir neden de sanırız ki Çin’in bölgedeki nüfuzunu derinleştirmesinden kaynaklanan endişedir. Batının kendi içindeki paylaşımlarında bile bir ortaklığa erişemedikleri topraklarda bir de hasaba Çin’in katılması onlar için son derece korkutucudur herhâlde…

MALİ

Resmi Adı: Mali

Başkenti: Bamako

Nüfusu: 14,5 milyon

Önemli Şehirleri: Gao, Kidal, Timbuktu, (El Kaide Yanlısı Sömürge Karşıtlarının Elinde)

Yüzölçümü: 1,242,248 km (Türkiye’den bir buçuk kat büyük)

Etnik Yapı: Bambara’lar, Fula, Voltarik, Tuareg

Dil: Fransızca, Bambara Dili,

Din: İslâm %95, Animist ve Hristiyan %5

Yönetim: Laik Cumhuriyet

Yüzde doksan beşi Müslüman olan bir ülkenin yönetimi “laik” olarak ifâde ediliyorsa, yalnızca buraya bakılarak bile bu ülkenin işgâl altında olduğunu, başında küfrün işbirlikçisinin olduğunu söylemek mümkündür. 2012 senesinde Mali’de askerî bir darbe gerçekleşti. Yüzde beşinin Hristiyan olduğu ülkede Hristiyan askerlerin Müslümanları ayrılıkçı olarak niteleyerek darbe yapmasındaki keyfiyeti varın düşününüz.

Darbe de muvaffak olamamış olacak ki Fransa askerini Mali’ye indirmek zorunda kaldı. Ülkenin Müslümanların elinde bulunan kesiminde yer alan Uranyum yataklarının yeniden ele geçirilmesi adına bu operasyonun gerçekleştirildiği iddialar arasında. Mali özelinden bakacak olursak bu şekilde görünse de Afrika çağında bakacak olursak resim aslında daha da netleşiyor. Şimdilik görünen o ki Müslümanlar kâfirleri memleketlerinden tamamen kovuncaya değin yılmayacaklar ve mücadelelerine devam edecekler.

KONJONKTÜR ve TÜRKİYE

Yaşanan ekonomik buhran Batıyı yeniden sömürgeciliğe sevk ediyor. İngiltere Başbakanı David Cameron’ın, “bir daha seçilirsem Avrupa Birliği üyeliğini referanduma götüreceğim” sözü, Batı’nın kendi içindeki çekişmenin delili olarak gösterilebilir. Batı, büyük sıkıntı içerisinde ve çıkışı da kendisinin en az zarar göreceği şekilde aramaya devam ediyor.

“En az zarar göreceği şekil,” demişken, ellerinde bulundurdukları enformasyon kanallarından yıllardır pompaladıkları “Müslüman=Terörist” önermesini de vesile kılarak Müslüman topraklarına hayâsızca saldırılıyor.

Arab Baharı’nda yaşanan enteresan durumlardan birisi -ki Allah’ın hesabının herkesin hesabının üzerinde olduğunun delilidir- hem Amerika’nın hesabına uygun bir vakitte gerçekleşerek istenildiği şekilde bölgenin tasarlanmasına müsade etmedi, hem de İngilizlerin yüz yıllık denge politikalarını altüst etti.

Özellikle Fransa’nın Mali’ye direkt olarak asker çıkarması yaşadıkları paniği gözler önüne sermektedir. Yarın ne olur bilinmez fakat Afrika’da Batılıların açacakları yeni cebhelerin dünya konjonktürünü sarsacağına hiç şüphe yok…

Görünen o ki; Batı’nın kendi içinde ve oyuna sonradan dâhil olan büyük aktör Çin’le mücadele edeceği yeni zemin Afrika’dır. Bu taslak içerisinde Müslümanlara biçilen rol de -eğer ki Müslümanlar hangi rolde oynamaları gerektiği idrak edemezlerse- figüranlıktır.

Burada Türkiye’ye düşen vazife aslında çok mühim… Batılılar gibi cinayet ve tecavüz gibi cürümlerden ırak, pak tarihini ön plana çıkartarak, bölgedeki pek çok Müslüman dinamiği sevk ve idare edebilecek bir yapılanmaya hızla gidebilir.

Bugüne kadar bahsettiğimiz hadiseleri sevk ve idare edecek hazırlığı yapmayarak, dönüp dönüp Anadolu’nun tek aslî unsuru olan Müslümanlara saldıranların ne denli hain olduklarını da daha iyi anlamak lâzım. Bugünkü iktidar da hadiseleri teshir etmeyerek seyirci kalırsa, -zaten tabiî olarak olması gerekenlerin bile daha yarısını yerine getirmeden kendinde vehmettikleriyle övünenlerden bahsediyoruz- isimleri tarihte Batı’nın payandaları olarak anılacaklar, unutmasınlar….

Türkiye’nin işin silâh, erzak, tıbbî ilaç ve maddî yardım gibi lojistik tarafları bir tarafa, Şeyh Edebalî gibi bir usul ile bölgedeki Müslümanları tertib etmesi ve bir ideal ekseninde birleştirmesi gerekir. Edebalî usulünü de kimsenin yanlış anlamaması adına; “ılıman ağlaklık” demiyoruz, bir ideal eksenin yek vücud hâline gelinilmesinden ve İslâm’ın emrettiği istikâmette tank gibi ilerlenmesinden bahsediyoruz…

Her şeyiyle Batı’ya teslim olunmuş bu hâlden kurtuluşun biricik yolu, Ulu Hakan Abdülhamid Han’ın Büyük Doğu planını tatbik etmekten geçmektedir. Açmazlar içinde boğulan, bin bir türlü hesab güden ve içinden çıkılmaz bir istikâmete doğru yol alan Batı’nın kan, irin ve kirden müteşekkil bulaşığından biran evvel arınmanın tek çaresi; bütün bir ümmetin topyekûn kıyamında aranmaktadır.

Burada bize düşen memuriyetse, kendimizi istidadımız nisbetinde gayemiz-idealimiz ekseninde yetiştirmemizdir.

Ağızlara tesbih etmekten ziyade, sözün muradıyla birlikte idrak edilmesi ümidiyle; “Ey düşmanım, sen benim ifâdem ve hızımsın. Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lâzımsın..”

Yazar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir