Elbette ki “Cehennemim dibine gidiyor!” diyecek durumda değiliz. Ama onu kendi hâline bırakırsanız kendisine cehennemden başka gidecek bir yer de bulamayacaktır. Bundan dolayıdır ki her bir genç, ama öyle ama böyle, muhakkak kendisine bir hedef ve gaye tayin etmek zorundadır. Öncelikli şart bu! Hedef ve gayede sıkıntı yaşayan her bir genç, “yaşamasa da olur” modunda yaşıyordur. Yine bundan dolayıdır ki her bir genç, ama öyle ama böyle, yine muhakkak ki kendisine bir ruh ve fikir sistemi veya ahlâk veya anlayış sistemi bulmak zorundadır. Bulamadığı zaman kendisine bir şahmerdan baskısıyla dışardan içeriye doğru belirli bir ruh ve fikir/duygu ve düşünce sistemi veya dünya görüşü dayatılmalıdır.
Büyük Doğu Mimarı Üstad Necip Fazıl, “Gençlik bir yaş hâli değil, ruh hâlidir” der. Bu da gösteriyor ki “gençlik” tabiri sadece yaş itibariyle “genç” olan bir kesimi ifade etmiyor. Buna karşılık “gençlik” diye bir realite de var elbette. Nitekim bizim burada kritik edeceğimiz gençlik de bu realite ile ilgili. Ki bu realite, bir insan ömrünün “buluğ çağı”ndan eskilerin “kâhil”(1) dedikleri “olgunluk çağı”na kadar olan zaman dilimine denk gelir. Bu mânâdan olarak;
Gençlik, kaynağından mecraına doğru akan bir suya benzetilebilir. “Su mecraını bulur” darb-ı meseli malûmdur. Evet, su mecraını bulur; ama nasıl bulur, nerede karar kılar, nerede kullanılır ve neye alet olur, işte meselenin meçhul tarafı!
Başıboş akan bir su muhakkak ki kendisinden daha büyük bir “mecra” veya “yatak” bulur ve akmaya devam eder. Bu “mecra” veya “yatak” bazen bir “dere yatağı” olur, bazen bir “ırmak”, bazen bir “çayır”, bazen de büyük bir “deniz” onu teskin eder. Yani, önüne gelen her engeli muhakkak ki aşar ve yine de mecraını bulur. Kaynağından mecraına doğru akan bir suyun önünde ya aşamayacağı bir engel/baraj yapmak veyahut da onu denizle buluşturmak kaçınılmazdır. Suyun denizle buluşması esprisini “yığın” veya “kalabalıklar” olarak okuyup bir kenarda tutalım. Öyleyse; gençliğin önünde onu engelleyecek ve onu faydalı bir hâle getirecek mânâsına bir “baraj” yapmak en akıllıcasıdır. Çünkü gençlik “potansiyel bir enerji”dir ve onun bu enerjisinden bütün bir toplum faydalandırılmalıdır.
“Baraj” örneğinden gidecek olursak, kendisinden azami ölçüde faydalanılması gereken bir kesim olarak gençlik, aslında bütün bir toplumun ihtiyaç duyduğu bir “enerji kaynağı”dır. Barajlar, bütün bir ülkenin aydınlatılmasında, su ihtiyacının ve dahi diğer tüm enerji ihtiyaçlarının giderilmesinde ve ekin tarlalarının sulandırılmasında yegane kaynak veya menba olarak bilinir. Diğer taraftan;
Gençlik denilen mefhum veya kendine münhasır has ve hususi özellikleri olan kesim, insanın “kişisel gelişim”inde belli bir dönemi ifade etmekle birlikte, toplum katmanlarından bir katman olarak da bilinir. Yani gençlik, “kişisel gelişim” sürecini tamamlamak için çaba sarfeden ve toplum içinde kendisine uygun bir konum arayan insan topluluğudur. Demek ki bütün bir gençliği sosyolojik bir tasnifle, “aile”, “okul” ve “çevre” üzerinden okumak mümkündür. Diğer bir ifadeyle de “şahsiyetçilik” prensibi üzerinden okumak pekala mümkündür. Doğru söylemek gerekirse, “şahsiyetcilik” prensibinin temelinde “fert” vardır. “Fert”in tarif edilemediği yerde ne “şahsiyet”, ne “genç” ve ne de toplumun herhangi bir “üye”sinden söz edilebilir. Öyleyse; “fert” ve “şahsiyet” arasındaki münasebete dair birkaç bir şey söylemek uygundur.
İBDA Mimarı’nın “Kültür Davamız” isimli eserinden:
“Bu bakımdan, toplumdaki “fert”, hazırlop olarak aileden, okuldan, toplumdan ne aldığının şuuruna erdikçe ve nefs muhasebesine erişip kendi şuurunu “yıkma, yapma ve zenginleşme” şeklinde değiştirdikçe, ilişkiler bütününü değiştirecek “şahsiyet” olur.” (sh. 41.)
Evet, genç denilen kesim, toplumun bütün kurum ve kuruluşlarıyla doğrudan ilişkili olup, adeta toplumu sırtında taşıyan bir noktada durmaktadır. Sahici bir ruh ve fikir sisteminden uzak düşen veya düşürülen bir gencin, fertlerin demetinden müteşekkil toplumun en üst kuruluşu halinde temayüz eden bir devlete sahib çıkması da beklenemez.
Yakın tarihimize bir bakmak icab ettiğinde ne demek istediğimiz çok rahatlıkla anlaşılabilir. Bir ideolojiden ziyade en kabasından da olsa bir psikoloji dahi denilemeyecek bir eklektik düşünceye kurban edilen Türk gençliğinin düştüğü veya düşürüldüğü durum, garabetten öte bugünkü manzarayı çok iyi bir şekilde izah etmektedir. 100 yıllık bir devlet tecrübesi olmasına rağmen, kendi insanına kendine has ve hususi bir ruh ve fikir sistemi teklif edemeyen ve sahici bir ruh ve fikir sisteminden mahrum bir yapılanmada topyekûn gençlik, dışardan gelen her türlü fikre açık hale gelmiş veya getirilmiş demektir. Denilebilir ki, bugünkü “Birlik” probleminin kaynağında belirli ruh ve fikirden mahrum olmak vardır. 100 yıllık devlet tecrübesi de göstermiştir ki, belirli bir hedef ve gayeden yoksun bir gençlik her türlü dış etkiye de açık hale gelecektir. Nitekim vakti zamanında toplumun tüm gençleri, kâh Doğu Bloku üzerinden Komünizm ve Sosyalizme, kâh Batı Bloku üzerinden Kapitalizm ve Liberalizme, kâh İslâm Coğrafyasından neşet eden dini akımlar meselâ Şia ve Vahhabilik üzerinden Sapık Mezhep veya Reformist akımlara birer kurşun asker olmak durumunda kalmıştır. Halbuki, Anadolu insanının ruh ve kafa yapısına uygun sahici bir ruh ve fikir sistemi bütün bir gençlik için hedef ve gaye olmanın ötesinde, doğrudan doğruya vatanın bölünmez bütünlüğünü de garanti altına alacaktı. Barajda biriken su misali kendisinden her türlü yararlanma imkânı da mümkün bir hâle gelecekti. Yerli ve milli bir duygu ve düşünce sisteminin kafalarda yer etmesi hâlinde gençlerin sadece dış etkilerden korunması gerçekleşmeyecekti, bununla beraber diğer ülkelerdeki insanların da kafa kola alınmasında önemli bir unsur veya vasıtalık görevi üstlenecekti. Bizim şu an yaşadığımız iç problemlerin diğer ülkelerde bizim lehimize olacak şekilde yaşanıyor olduğunu da seyredecektik. “Muasır medeniyetler seviyesi çıkmak” şeklinde dile getirilen bir mottonun insanımız açısından 100 yıllık bir kayıp olduğu gün gelir çok daha iyi anlaşılır. Yaşanan 100 yıllık tecrübe de göstermiştir ki, bize gençlik için ilkin lazım olan şey yerli ve milli bir ruh ve fikir sistemidir. Bu mevzuda tek örnek olarak karşımızda duran “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sistemi, Anadolu insanı için bulunmaz bir nimettir. O kadar çok geç kaldık ki, erken sayabiliriz. İşte ruh ve fikir işte er meydanı!
1-Kâhil: Erişkin, yaşı 30 ile 50 arasında olan, olgun, yetişkin (kimse)… Gayretsiz, tembel (kimse).
Osman Temiz, Aylık Dergisi 204. sayı Eylül 2021