Ekim’den beri hızlı bir şekilde değer kaybeden TL’yi görüyorduk. 1 dolar 18 TL üzerine çıktı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı açıklamalarla beraber, dövizde sert düşüş başladı, TL güç kazandı. Bunu sadece kur korumalı TL vadeli mevduat sisteminin açıklanmasına bağlayabilir miyiz?
Bağlayamayız. Kuru 18’den 15’e, sonrasında 13’e daha sonra ise 10,30’a kadar düşüren şey tüm ekonomi üzerinde yapılan, Türkiye’nin korumacı tarafa evrileceği algısının kırılmasıydı. Ama böylesi dünyada hiç olmamış bir şey. 18’den 10,30’lara düşen dolar, güçlenen TL. “OHAL” gibi şeyler konuşuldu, değişikliklerden söz edildi.
OHAL iddiası çok sonradan geldi, öncesinde de dövize aşırı derecede talep vardı.
Orada hareketlenmedi yükseliş; ama bunlar yükseliş trendini de besleyen unsurlardı. “Hiçbir şekilde dolar-euro almam, TL’de sabitim” diyen insanların psikolojisini bozdular. Onlar da sonuna kadar dayandı herhalde. Asıl bu algıyı yapanlar, nemalananlar zaten kredi çekip, düşük seviyelerden döviz almıştı. “Yüksek düşüşün mağduru” diye bir gruptan söz ediliyor ya; o grupta TL’ye çok inananlar da olabilir. Dayandılarsa, “biz dövize geçmeyeceğiz” diye, sonra da bir yerde psikolojileri yetmediyse ve kendilerini zorda hissedip 17 civarından dolar aldılarsa hakikaten ciddi bir pişmanlık içindedirler.
Stokçulukla mücadeleden, büyük marketlerin fiyatları indirmesi gerektiğinden söz ediliyor. Bunlar için de korumacı politika örneği diyebilir miyiz?
Narh diye bir kavram var… İnsanlar zannediyor ki, “narh fiyat ayarlamasıdır.” Kalite ayarlamasıdır, kâr seviyesi ayarlamasıdır… Mesela dünyanın hiçbir yerinde daha “ürün standardı” diye bir şey yokken Ahilerde vardı. Stokçulukla mücadeleye piyasaya müdahale olarak ne kadar bakabiliriz? Bunu tartışmak gerekir. Piyasaya müdahale denilen şey, fiyatın belirlenmesidir. Fiyata müdahaledir. Fiyat dışında neye müdahale edersen et, piyasaya müdahale sayılmaz. Stokçulukla nasıl mücadele edileceğinin yöntemine bakmak gerek. Tekrar söylüyorum; serbest olsun piyasa, large olsun gibi bir iletişim kurulur ya; bu biraz da illüzyondur. Piyasaya müdahale, sadece fiyata müdahale ile olur. Geri kalan her türlü müdahaleyi yaparsın. Mesela bankacılık piyasası liberal midir?
Değildir.
Piyasaya giriş-çıkışlar kısıtlanmıştır ama baksan fiyata müdahale olmadığı için çok liberal kabul edilir… “Banka açacağım”, desen “getir şu kadar milyar dolar” derler, açma diye her şeyi söylerler.
Artan döviz fiyatlarıyla beraber tüm ürünler zamlandı. Halk da bundan şikayetçi. Tamamen yerli ürünler dahi bu zam furyasından etkilendi. Devlet de üreticiyi ihracata aşırı şekilde yönlendirdi.
Tamamen yerli tek bir şey vardır aslında; o da arsadır. Dışarıya satıldığı için ona göre fiyatlanıyor. Bu süreçte yurtiçine lütfen mal verenler vardı!.. “Olur mu, bizim devletimiz, bizim insanımız; yurtiçine mal verelim” denilmesi lâzım. Öyle olunca da Avrupalılar bizimkilerin yakasına yapıştı. Edirne’de gördük…
Ben devletin fiyata müdahalesini tercih etmem. İki değerlendirme yapabilirim buna dair… Bir İslâm iktisadı zaviyesinden. Diğeri de kapitalizm… Kapitalizmi en iyi bilen İslâm iktisatçılarıdır. Benim İslâm iktisadı düşünceme göre, piyasaya müdahale edilmez. Kalite standartlarını belirlerim. Narh ile fiyata değil, marjlara müdahale edilir. “1 liralık malı, 1,20’ye satabilirsin” gibi bir yaklaşım düşünün. 20 ise de 22’ye, orada yüzde 10-20’lik bir oynama olabilir. Kâr marjı üzerine bir denetim vardı narhta. O bugünkü anlamda fiyata müdahaleye benzemez. Bugün gelip, “haydi efendiler, sıvı yağı 100 liraya düşürdük” dersen piyasaya yaramaz.
Bizim de aslında kastettiğimiz bu.
Stokçulukla mücadelenin de yolları vardır. Kim neyi, ne kadar üretiyor bellidir. Beş dakikada hesabı getirir devlet. Cumhuriyet döneminde vardı. İhtikarcılardan tesbit edilenler tutuklandı. Erzurum’a götürüldüler, taş ocaklarında çalıştırdılar bunları. “İstifçiliği iyi biliyorsunuz, taşları dizin” deyip angarya işler yaptırdılar. Cezalandırmalar olabilir. “Oh iyi oldu” diyeceğimiz bir şey değil, mühim olan stokçuluğun ortaya çıkmaması. Stokçuluğu ortaya çıkaran şeylerden birisi de uygulanan ekonomik politikalar. Yanlış oradadır. Ben İslâm iktisadı zaviyesinden bakarsam, bu ekonomi politikalarının bu kadar merkeze geliyor olmasını kabul etmem.
Merkeze gelmekten kastınız nedir?
Ekonomiyi bu kadar etkileyen, savuran bir yere getirmekten söz ediyorum. Ekonomi politikaları da bazen zararlıdır. Buralarda ahlâk yoktur. Ahlâk mikro iktisatta vardır. Makro iktisatta bir şey düzelince, mikroda yeni bir ahlâk ortaya çıkar. O da ahlâk mı olur, ahlâksızlığın ahlâkı mı olur; tartışmaya gerek yok. Ekonomi mikroda şekillenir, makro onun dışıdır. Dışta ölçersin, tartışırsın, fenomenleri yorumlarsın ve saire. Tutup makroda ekonomiyi ölçüp, mikroda neticelerini ararsan, yeni bir ahlâk ortaya çıkarırsın. Ne kadar iyi olur ne kadar kötü olur?..
İslâm iktisadında bu kadar makrocu yaklaşımların garip olduğunu düşünüyorum. Ekonomi mikroda olur, makroda konsolide eder, bulguları yorumlarız. Makro denilen olgu çarpık iki şeyden beslenir. Birisi; bugünkü para sistemi. İkincisi; refah devleti teklifi. Bu ikisi onu besliyor… Oradan ekonominin mikro değil de, makro olduğu düşünülmeye başlanıyor. Sonra diyor ki ekonomi büyüdü. Büyüdü de benimle ilgili durum ne şimdi? Ekonomi büyüdü diye düşünen millet iyi olduğunu zannediyor. Büyüyen kapitalisttir, milleti ilgilendirmez. Milleti ilgilendiren kalkınmadır. O büyümeden bir kalkınma devşirilecek ancak o zaman olur.
Toplumun parçası olan ferdin, toplumun parçası olan işletmenin, toplumun parçası olan öğrencinin, çalışanın, toprağın, üretim faktörünün, yani toplamda toplumun parçası olan üretim faktörünün üzerinden bakmak lazım.
Ekonominin insan psikolojisi ve sosyoloji ile ilişkisi malûm. Başta sorduğum soruya dönersek, TL’deki bu güçlenmede Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında oluşturulan “artık yönetemiyor” propagandasının yıkılması ve halka güven aşılanmasının etkisi olabilir mi?
Elbette onun da etkisi var. Bu noktada da kapitalizmin oyunu var. Bir şeyin fiyatı yükseldi, 100 liraydı, 140 liraya çıktı, artık daha az alacağız anlamına gelir mi? 160 lira olacaksa daha da fazla alıyoruz. Her fiyat çıkışında daha önceki talebimizin de üzerinde bir talep oluyor. Dolar da öyledir. O da arz talep denkleminin unsurudur. Talep arttıkça fiyat da artıyor. Fiyatın daha da çıkacağını düşünürsek ona rağbetimiz de artıyor. Nereye kadar? Ona dönecek varlığımız kalmayana kadar. En son artık bittiğinde o da çakılır arz talep dengesi gereği. Psikolojik tarafı odur. Kapitalizmin bütün oyunu budur.
Kapitalizmin bir de enflasyon oyunu var.
Kapitalizm enflasyona bayılır. Enflasyonla çalışır. Teoriye girseniz ılımlı enflasyon falan derler. Oysa yüksekten daha da hoşlanır. Şu anda enflasyonist etki çıktığında şirketlerin karlılıkları, varlıkları, stokları fırladı. Tabii ona göre fiyatlama yapıyor.
Sürekli her şeyin fiyatının arttığı bir piyasada insanlar artık irrasyonel talep kalıplarına girerler. İhtiyacı olmayan şeyi fazla fazla alır insan. Bunlar irrasyonel tüketim tercihleridir; ama kapitalizmin dinamikleri onu rasyonelleştiriyor kişi için, aslında işte bu aklı araçsallaştırıyor kapitalizm, problem de orada.
Şimdi piyasa ne gördü piyasa bugünkü Türkiye’de bir şey fiyatın düşebileceğini gördü, o dolar ya da başka bir şey. Bir şeyin fiyatı düşüyorsa her şeyin fiyatı düşebilir, şimdi bekliyor. Şimdi bir tane bile araba satılmıyor. Dün araba bulunamıyordu Türkiye’de, bugün bir tane bile araba satılmıyor. Çünkü dün araba fiyatının daha yukarıda olacağı düşünülüyordu. Bugün kesinlikle daha aşağıda olacağı düşünülüyor. İşte kapitalizmin problemi bu. Bir ekonomi modeli hem enflasyonda çalışır, hem deflasyonda çalışır. Kapitalizm deflasyonda çalışmaz. Kıtlık olur, şu olur, bu olur… Bir ekonomi modelinin her ikisinde de çalışması gerekir. Fakat kapitalizm deflasyon da çalışmadığı için bugün enflasyon yaratıyor. Enflasyon yaratma sorumluluğu da merkez bankalarınındır. Merkez bankalarının başka bir sorumluluğu yok, kimse oraya başka bir anlam yüklemesin. Merkez bankacılığı enflasyon yaratma sanatıdır. Bu para sisteminin ne olduğunu anlamayanlar Merkez Bankası’nın ne olduğunu anlamazlar. Merkez Bankası’nın amacı fiyat istikrarıdır demek, enflasyonu bir yerde tutacağım demek. Fiyatı düşecek bir şeyi zihniyeti kapitalistleştirilmiş kimse satın almaz. Aslında şu oluyor, sezonda alanlar sezon sonu alanların maliyetinin bir bölümünü ödemiş oluyorlar. Artık arkadaş fiyatları düşür, ben hiçbir şey yapmıyorum dersin, kapitalizm de talep krizi yaşadım der. Talep hiçbir zaman krize girmez. Benim otomobil talebim var, karşılanmış değil. Mesela bir tanesinin işte yazlık, kışlık talebi çok hoşuna gidiyordur. Bir tanesinin ayakkabı talebini hiçbir zaman bitiremezsiniz. Bazı insanın saat talebi… Her ürün için… Bizim yenilmez, yıkılmaz bir talebimiz var. Bakın şu anda Türkiye’de otomobili olanlar dahil eminim, 80 milyon insanın otomobil talebi vardır. Gel Afrika’ya, bilmem kaç milyar insan arabam olsun ister. Otomobil talebi biter bir şey mi? Ayakkabı talebi bitecek bir şey mi? Gömlek talebi, şu talebi, bu talebi… Ama para yok. Bu da ne demek, talep problemi yok, bölüşüm problemi var demek. Kapitalizm ücretli çalışandan nefret eder ve sürekli cezalandırır. Neden? Kapitalizm, ben fırsatlar sunuyorum beni anla ve bu fırsatları zorla diyor. Sen de yok ben zorlamayacağım, üç kuruşa çalışacağım diyorsun. O da seni cezalandırıyor. Talep çok güçlüyse bunu karşılayacak bir bölüşüm dengesine ihtiyaç var. Buradaki bunalımı aşmak için orta gelir grubu yaratıyor. Kapitalizm satın alma gücü aktarır, refah aktarmaz. Ondan refah istiyorsan canavar gibi onun kurallarını kullanacaksın, düşenin üstüne basacak, rekabette çetin olacaksın. Bizim ise dayanışma zaviyesinden bir dünyaya ihtiyacımız var. Rekabetin bizi getirdiği yer iyi bir yer değil. Kapitalizm kendi meşruiyet krizini yaşıyor zaten; ama çok kıvraktır, hemen kendini dönüştürür ve bir bakmışsın İslâm kapitalizmi (!) olmuş. Rekabet temelli ne konuşuyorsan kapitalizmi konuşuyor olursun, İslâm iktisadının önerisi ise dayanışma üzerindendir. İslâm iktisadının bir önerisi var ve o öneri bugünkü ekonomi politikalarını da reddetmeyi gerektirir. Şimdi adamı kapitalistleştiriyorsun, rekabetçi bir piyasaya bırakıyorsun. O da hayatta kalacağım, hayatta kalmam için ne yapmam lazım, kredi çekip dolar almam lazım, diyor.
Kapitalizmin ortaya çıkardığı tüketim alışkanlıkları ve ürettiği tüketim toplumunun da ortadan kalkması gerekiyor.
Kapitalizm tüketiciler için varım diyor ama aslında tüketiciler kapitalizm için var. Kapitalizmin büyük sorunları var ve şu anda diyor ki keşke faiz ile model kuracağıma keşke kumarla model kursaydım. Orada da önüne Kilise çıktı kuramadı. Kumar üzerine bir denklem kurulsaydı içinden çıkmak mümkün olmazdı. Bugün derviş mizaçlı insanlar var kapitalistleşmeyen; ama o zaman kalmayabilirdi. Ve bugün iş ona doğru gidiyor.
Faizden bahsetmişken son açıklanan hesap devletin halkı faize yönlendirmesi anlamına gelmiyor mu?
Öyle…
Diğer yandan faizle mücadele edildiği söyleniyor.
Aslında bugün kapitalizm kumara doğru giderken, kumar oynamayın faize gidin deniliyor. Kumara göre faiz iyidir gibi bir yere gidiyor dünya.
Mevcut kapitalist sistemin içinde kalarak sıfır faizli bir ekonomiden bahsetmek mümkün mü?
Değil. Rekabet paradigmasından istersen faizi kaldır, meselelere buradan bakarsan sıfır faiz İslâm kapitalizmi olur. Orada sıfır faiz de faizdir, eksi faiz de… Dayanışma zaviyesinden yeniden bir yorum gerekir. Piyasa faktörlerinin birbirinin dayanışan unsuru olduğu bir model gerekir. Bu da bölüşümdeki adaletle olur. Ricardo, iktisatçıların görevi dağılımı çalışmaktır, dedi. Ama kapitalizm bunları istediği yere çekti. Smith’in teklif ettiği kapitalizm bu kapitalizm değildi. Smith aslında antimerkantilisttir; ama rekabet temelinde kaldı.
Hükümetin kurun ateşini söndürmek için açıkladığı tedbirin kalıcı olacağını düşünüyor musunuz?
Öyle olması gerekiyor. Bugünkü para sistemi evrenseldir. Lokal paralar illüzyondur. “The End Of Alchemy-Simyacının Sonu” Türkçeye çevrildi mi bilmiyorum; ama İngilizcesi olan okurlarımız bu kitabı okusunlar. Fisher’in “Para İllüzyonu” kitabını da okusunlar. Bu sistemin hedefi dolarizasyonu önlemektir. Dolarizasyonun iki sebebi var, biri TL’nin değer biriktirme aracı niteliğini kaybetmesi, onu yeniden tahkim eden bir politika. İkinci gerekçe ise, faizli bir modele varlıkların dahil edilmeye çalışılması. Bu politika doğru işletilir, TL’ye değer biriktirme aracı vasfı kazandırılırsa ve diğer taraftan da faizsiz bir şekilde insanların varlıklarını nasıl değerlendireceğiyle ilgili çalışmalar yapılırsa, o zaman Türkiye önemli problemleri halleder. Bu işlerken faizsiz finansal araçlar üzerine çalışılmalı. Ama geçici olursa bunun sonuna bir rövanş koyar piyasa.
Gelişmiş ekonomilerde ben mevduat yatırayım faiz alayım gibi olgular yoktur. Banka milletten alıyor yüzde 10-15’le en varsıl kesime veriyor, onlar da alıyor yüzde 100-200 kâr ediyorlar, kredi alan zengin oluyor borç veren fakir oluyor. Bunun farkında gelişmiş ekonomiler. Sen benden o parayı istiyorsan ben sana ortağım, diyor. Bunların üzerinde durmak lâzım. İslâm ekonomisi yaşayan ekonomidir, onun dengesini bozan her şey onun dışındadır. İslâm ekonomisi var olan bir şeydir.
Ahmet Tabakoğlu Hoca İslâm devleti olmadan İslâm ekonomisinin olması mümkün değil, diyor.
Bu insan bu fıtratta kaldıkça İslam ekonomisi var olacak; ama onu kapitalistleştirirsen, o zaman bunu devletle falan da çözemeyebiliriz. Buradaki devlet, ben senin arkandayım diyerek güven hissi veren bir devlet.
Tüm toplumsal sahaların birbiriyle mutabık bir şekilde ilerleyebildiği, toplumun müşterek bir paydada buluşabildiği…
Evet, o payda dayanışmadır. Yoksa devlet refah devleti gibi düşünülüyorsa İslam iktisadında, yanlış bir düşünce. Bu dayanışma toplumun sorumluluğudur. Bunu devlete transfer etsen de, toplumdan düşmez bu sorumluluk. Toplumun sorumluluklarını, topluma iade eden bir devlet, İslâmî bir devlettir. Ben şimdi x kişiye zekât vereceğim, ben bu ekonomik aktiviteyi yaparak benim de kazandığım bir şey var. Sen şimdi bana diyorsun ki, ver vergiyi ben yapacağım. Bu burada aç duruyor, kime yapıyorsun bilmiyorum. Fransa örneğine baksınlar, o kafadaki bir İslam iktisat düşüncesinin sürdürülemez olduğunu hemen görürler. Refah devletinin sonu gelmişti 1981’de. Fransa’nın bugün ki çırpınmaları vs. hepsi kendi içindeki o refah devletini, ölmüş tanrıyı diriltmek. Onu tanrı gibi konumladılar. Dirilmez kardeşim, tanrı ölür mü?
Ekleyeceğiniz, önemli gördüğünüz başka husus var mı?
Üçüncü sektör önemli. Yani vakıflar. Onların fonksiyonu neydi, bu kapitalist düzende onlar yaşayabildi mi, fonksiyonlarını icra edebildi mi? Onlara bakmak lazım.
Teşekkür ederiz vakit ayırdığınız için.
Ben de teşekkür ederim.
Aylık Dergisi 208. Sayı Ocak 2022.