Röportaj

Şemsipaşa Camii İmamı Murtazaoğlu: İmamlık Namaz Kıldırmaktan İbaret Değildir

Sizi tanıyabilir miyiz, Binali Murtazaoğlu kimdir?

Aslen Ahıska Türküyüm. Ahıska denilince çok uzak bir yer gibi anlaşılıyor ama öyle değil. Ahıska Ardahan Posof’un hemen öte tarafında bir yer. 200-300 sene Anadolu toprağı olarak bulunmuş daha sonra birtakım meselelerden dolayı Rusya’ya geçmiş olan bir toprak. Fakat ben doğma büyüme Azerbaycanlıyım. 2006 yılında üniversiteyi kazandım ve ailemle birlikte Türkiye’ye geldim. Şu an ise halk arasında Kuşkonmaz Camii olarak da bilinen Şemsi Paşa Camii’nde imamlık yapmaktayım. Rabbim bu camide bize görev yapmayı nasip etti elhamdülillah.

Görev yaptığınız cami Türkiye’de çok meşhur olan bir cami. Dediğiniz gibi halk arasında Kuşkonmaz Camii olarak da biliniyor. Bu caminin tarihinden, özelliklerinden bahseder misiniz, bu camiye “kuşkonmaz” denmesinin sebebi nedir?

Bu hususla ilgili olarak sosyal medyada çok fazla haber, bilgi var. Ne kadar doğru olduğunu bilemiyorum; fakat anlatıldığına göre Şemsi Ahmed Paşa ile Sokullu Mehmed Paşa aynı dönemde yaşamış olan Osmanlı paşalarıdır. Sokullu Paşa karşıda bir külliye yaptırıyor ve Şemsi Ahmed Paşa orayı ziyaret ediyor. Şemsi Ahmed Paşa, Sokullu Mehmed Paşa’nın yaptırmış olduğu külliyenin üzerinde çok fazla kuşun olduğunu ve oraların kuş pisliğiyle dolu olduğunu görünce; “Efendim siz bir külliye yaptırdınız ama kuş pisliğinden geçilmiyor.” şeklinde bir şey söylüyor. Sokullu Paşa ise latife yaparak; “Efendim gökyüzüne açık olan her bina kuşlardan nasibini alır.” şeklinde cevap veriyor. Bir bina gökyüzüne açıksa, üstü kapalı değilse ki, bu ister bir cami olsun ister bir ev, kuşlar altta cami mi varmış, ev mi varmış diye bakmaz. Aradan bir müddet zaman geçtikten sonra Şemsi Paşa bir cami yaptırmak istiyor. Şemsi Paşa; “Öyle bir cami yaptırayım ki kuşlar pislemesin.” diyor. Bakın dikkat ederseniz kuşlar konmasın değil, pislemesin diyor. Çünkü, ecdadımızın yaptığı camilere baktığımız zaman kuşlar ve diğer hayvanlar için bir barınak yapmışlardır. Şemsi Paşa kuş konmasından ziyade kuşların fazla kalmamasını istiyor. Kuşlar bir yerde fazla kaldığı zaman pisler. Bu düşüncesinin zamanın dâhisi Mimar Sinan’a anlatıyor. Mimar Sinan da yılların tecrübesiyle buna en münasip, en uygun yerin neresi olduğunu hesaplıyor ve şu anda bulunduğumuz yer olan Salacak bölgesini münasip görüyor. Salacak bölgesi dediğimiz bu nokta boğaza doğru burun gibi çıkmış bir yer. Karadeniz ve Marmara Denizi rüzgârlarının bitiştiği bir nokta. Bu sebeple buraya yapılmasının uygun olduğunu düşünüyor, söylüyor ve bu camiyi yapıyorlar. Kısaca böyle anlatalım.

Bu caminin bilinmeyen başka özellikleri de var, onlardan da bahsedelim Şemsi Ahmed Paşa Camii’nin bulunmuş olduğu bölge Harem bölgesidir. Neden Harem denmiştir? Farklı birtakım sebepleri vardır, onlardan bir tanesi eskiden hacılar buradan gemilerle umreye yahut hacca giderlermiş, gitmeden evvel de burada ihrama girerlermiş. Hac ve umre havasını buradan yaşamaya başlarlarmış. Bu bölgeye Harem isminin verilmesinin sebeplerinden biri budur.

Caminin diğer bir özelliğinden bahsedecek olursak; Şemsi Ahmed Paşa, Mimar Sinan’dan kuşların konmayacağı bir cami istediğinden dolayı Mimar Sinan camiyi biraz ufak tutmak zorunda kalmış. Peki, Mimar Sinan bu caminin ebatını, ölçüsünü neye göre yapmış? Kâbe’nin içerisinin ölçüsü baz alarak, Kâbe’nin içi gibi yapmış. Bu caminin içerisinin ölçüsü yaklaşık Kâbe’nin içinin ölçüsü kadar.

Şemsi Ahmed Paşa bu cami bitmeden önce vefat ediyor. Vefat etmeden önce ise; “Eğer ben vefat edersem benim mezarımı hemen caminin yanı başına yapın.” diyor. Ola ki, denizden geçenler burayı görür ve bizim için Fatiha okurlar, dua ederler diye böyle bir talepte bulunmuş. Mimar Sinan, Şemsi Ahmed Paşa vefat ettikten sonra kabrini hemen yanı başına yapıyor. Şemsi Ahmed Paşa’nın kabri de âdeta Kâbe’deki Hicr-i İsmail yerine benziyor. Kâbe’nin içi gibi olan “Orada kılınan namaz Kâbe’nin içinde kılınan namaz gibidir.” bu hadis-i şeriflerle sabit olan bir mekân. Yukarıdan baktığımız zaman caminin kendisi Kâbe gibi yanındaki türbe de âdeta Hicr-i İsmail gibi. Öyle görünüyor, onu anımsatıyor. Böyle bir özelliği de var. Rivayete göre Mimar Sinan bu caminin temellerini atarken Kâbe’den toprak getirmiş ve toprağın üzerine bu camiyi inşa etmiş. Üsküdar’a, bu camiye gelenler hep şunu söylüyorlar; “Buradan Kâbe’nin kokusunu alıyoruz.” Bundan olsa gerek.

Böyle güzel, tarihi özellikleri olan bir camide imamlık yapmanın karşılığı nedir ve siz bu camiye ilk atandığınız zaman nasıl hissetmiştiniz, duygularınızı alabilir miyiz?

İlk başta da söylediğim gibi doğma büyüme Azerbaycanlıyım. Azerbaycan’ın bir köyünde dünyaya geldim. 2006 yılında üniversiteyi kazandığım vakit Türkiye’ye geldiğimde kardeşim beni karşıdan otobüsle aldı ve gemiyle buradan geçerken bu camiyi ilk defa o zaman görmüştüm. Vapurla Üsküdar’a geçtiğimiz sırada. Köyden dünyanın en güzel şehrine gelmiş bir insanın boğazdan geçtiği esnadaki duygularını siz düşünün? O günün akşamında kardeşim; “Hadi gel seni bir sahile çıkarayım.” dedi ve bu caminin yan tarafından sahile bir giriş vardı, oradan sahile girdik. Akşam vakti İstanbul’un oradan nasıl seyredildiğini sizler de biliyorsunuzdur. İstanbul’un en güzel seyredildiği mekânlardan biridir burası. Avrupa yakasının ışıkları olsun, köprülerin âdeta gerdanlık gibi asılı durmasını gördüğüm zaman çok şaşırmıştım. Kardeşime; “Bu gerçek mi yoksa kocaman bir tablo mu?” demiştim. Üniversite okuduğum sıralarda bu sahilden defalarca geçtim. Aklıma hiç gelmezdi böyle bir yerde görev yapacağım. Hep dua ettim; “Allah’ım Üsküdar’da yaşamayı, burada kalmayı bana nasip et.” diye. Çünkü Üsküdar benim ilk gözağrım, Azerbaycan’dan ilk geldiğim zaman gördüğüm, yaşadığım ve havasını teneffüs ettiğim ilçe. Belki Harem’in havasından olsa gerek Allah duamızı kabul etti ve böyle güzel bir camide görev yapıyorum.

İmamlık dediğimiz şey sadece cami içerisinde namaz kıldırmak mıdır? 

İmam ne demektir? İmam, önder demektir. Toplumun, cemiyetin, cemaatin önünde bulunan, onları idare eden, sevk eden mânâsına geliyor. Fıkıh kitaplarına baktığımız zaman imamlık kavramı iki şekilde tasnif edilmiş. Bir İmamet-i Kübra, ikincisi İmamet-i Suğra şeklinde. İmamet-i Kübra nedir? Büyük imamlık demektir ki, bu halifedir, İslâm ümmetinin başında bulunan, onların önünde bulunan, onları adaletle idare eden ki, hadis-i şerifte; “Ahirette yedi grup Allah’ın arşının gölgesinde gölgelenecek. Yedi gruptan birisidir adil imam.” Bu İmamet-i Kübra’dır. Bir de İmamet-i Suğra vardır ki, bu da camilerde cemaatin önüne geçip onlara namaz kıldıran kişi anlamına geliyor. Fakat bir imamın görevi sadece namaz kıldırmak mıdır? Biz Efendimizin hayatına baktığımız zaman, Efendimizden sonra onun bırakmış olduğu sünnet-i seniyye doğrultusunda devletler inşa edilen, medeniyetler inşa edilen çağlara baktığımız zaman imamın görevinin sadece camide namaz kıldırmak olmadığını görüyoruz. İmam görevli bulunduğu bölgenin insanlarının maddi ve manevi her türlü sıkıntılarıyla meşgul olan, onlarla uyum içerisinde bulunan, ilgilenen, devletle içli dışlı olan kişi vazifesini görüyordu. Bugün resmi olarak imamın görevi camiye gelip namazı kıldırıp gitmek. Bunu yaptığı takdirde belki resmi olarak vazifesini tamamlamış oluyor; fakat biz işin pratik boyutuna indiğimiz zaman, şimdiye kadar yapılan şeylere baktığımızda böyle olmadığını görüyoruz ki, bundan sonra da böyle olmaması lâzım. Her imamın esasında bu şuurda olması lâzım. Diğer imam kardeşlerimizi zan altında bırakmayalım, bugün Türkiye’de memuriyet şuuruyla çalışan belki kısmî de olsa imamlar vardır. Fakat görevinin sadece namaz kıldırmaktan ibaret olmadığını düşünen çok güzel hocalarımız var. Gerek camide, gerekse görev yaptığı mahallede, sokakta çok büyük hizmetler yapan hatta Türkiye’ye mal edilecek görevler yapan imamlarımız vardır. Allah onlardan da razı olsun.

Siz camide namaz kıldırmak haricinde ne gibi faaliyetlerde bulunuyorsunuz?

Bizim imamlık vazifemiz belki de yaptığımız en basit vazifelerden birisidir. Bizim camimizin aynı zamanda bir kütüphanesi var, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı halk kütüphanesi. Buraya üniversite okuyan, üniversiteye hazırlanan, lise okuyan her yaştan gençler geliyor. Birtakım çalışmalar için kütüphanemize gelen kişiler de var. Biz onlarla elimizden geldiği kadar tanışmaya çalışıyoruz. Yoğun olmasından dolayı hepsiyle bire bir ilgilenemiyoruz; fakat sürekli gelen gençlerle tanışıp, kaynaşmaya çalışıyoruz. Bizim burada ufak bir mekânımız da var, oraya geçiyoruz sohbetlerimiz oluyor, kitap okumalarımız oluyor güzel bir çevremiz, ortamımız var şükürler olsun. Camide bu tarz faaliyetler yapmaya çalışıyoruz. Ayrıca bizim bir derneğimiz de var; eğitim, gençlik ve insani yardım derneği, ana başlıklar bunlar. Gerek yurt içinde gerekse yurt dışında eğitim ve gençlik gibi faaliyetler yaptığımız gibi aynı zamanda insani yardım da yapıyoruz. Yılda yaklaşık 5-6 defa yurt dışına çıkıyoruz. Yurt dışına çıkarken elimizden geldiği kadar üniversite okuyan, üniversiteye hazırlanan genç kardeşlerimizden birkaçını götürmeye çalışıyoruz. Afrika’ya, Asya ülkelerine gidiyoruz. Giderken tek başımıza değil de hayata yeni adım atan, belki üniversite okuyup ileride devletin birtakım kademelerine gelip, ümmete faydalı olacak birkaç gencimizi de götürmeye çalışıyoruz. Gençleri götürmemizin nedeni; gençlerin oralarda Ümmet-i Muhammed’in hal-i pürmelalini görmesi, içerisinde buluşmuş olduğu sıkıntıları görmesi, içinde ümmet şuurunu, yardımlaşma şuurunu, rahmet ve merhamet duygularının kabarması, büyümesi ve bundan sonraki hayatını, görmüş olduklarına göre inşa etmesi. Böyle bir niyetimiz var, hamdolsun şimdiye kadar yaklaşık 15-20 civarı ülkeye gittik. Bundan sonra da bu şekilde gitmeye devam edeceğiz. Ne için gidiyoruz? Başta kurban faaliyetleri olmak üzere, su kuyusu projelerimiz oluyor, hastane projelerimiz var, eğitim alanında projelerimiz var, okul, medrese vs. bir kısmını yapıyoruz, bir kısmını da inşallah bundan sonra yapmayı planladık. İnşallah bunları da hayata geçireceğiz.

İnşallah. Cami dediğimiz yapılar nasıl bir görev görürler, insanlar neden camiye gelsinler, namaz dışında da camiye gelinmeli mi?

Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz buyuruyor ki; “Muhakkak ki, Allah’ın mescitlerini, Allah’ın camilerini, Allah’a iman edenler, ahirete iman edenler, namazlarını kılanlar, zekâtlarını verenler ve Allah’tan başka hiçbir şeyden korkmayan kimseler imar eder.” Âlimlerimiz bu ayeti-i kerimeyi tefsir ederken bir kısmı buradaki “imar nedir?” sorusuna “duvarları yükseltmek” şeklinde cevap veriyor. Camiyi, mescidi yapmak, yükseltmek anlamında olduğunu düşünüyorlar. Bazı âlimlerimiz ise imarın sadece duvarların yükseltilmesi olmadığını söylüyor, içerisinin Efendimiz (s.a.v.)’in yapmış olduğu mescidin içerisinde o yapılan şeyleri yaparak ihya ve imar edilmesi şeklinde tefsir ediyor. Peygamber Efendimiz Mekke’den Medine’ye hicret ettiği zaman ilk yaptığı şey nedir? Mescit. Neden? Mescit yahut cami. Cami ne demek? Toplayan, bir araya getiren mânâsı vardır. Dolayısıyla toplumun her kesimini başta namaz olmak üzere diğer bütün faaliyetler çerçevesinde bir araya getiren, toplayan, âdeta büyük toplantıların yapıldığı yer anlamına geliyor. Efendimiz neden mescit inşa ediyor? Mesela Daru’l Erkam gibi bir ev seçebilirdi ya da bir toplantı binası yaptırabilirdi yahut başka bir yer olabilirdi. Fakat öyle yapmamış, mescit inşa ettirmiş ve Efendimiz (s.a.v.)’in inşa ettirmiş olduğu mescitteki faaliyetlerine bakıyoruz, her şey mevcut. Aklımıza gelebilecek devletin bütün idaresi oradan icra ediliyor. Aklımıza şöyle bir soru gelebilir; “O zaman başka bir bina yoktu şimdi ise devletin birtakım kurumları var, her faaliyetin icra edildiği, her toplantının yapıldığı farklı farklı merciler var. Şimdi biz kalkıp savaş planını burada mı yapacağız?” Günümüzde öyle bir kıyas yaparak bütün faaliyetleri camide yapmak mümkün değil. Fakat camide namazdan başka şeyler yapabilir miyiz? Şu anki aşamada yapabiliriz. Gençlerle, çocuklarla alâkalı çok güzel etkinlikler, faaliyetler yapılabilir. Caminin sadece namaz kılınan bir yer olmaktan ibaret olduğu düşüncesini bizim artık bir kenara koyup, camiyi hayatımızın merkezi haline getirmemiz gerekiyor. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın her yıl seçtiği serlevha bir şey vardı camilerle alâkalı “Hayatın içinde cami, caminin içinde hayat” şeklinde. Camiler hayatımızın içinde olacak, sosyal hayatımız da caminin içinde olacak. Ecdadımıza baktığımız zaman ne görüyoruz? Camiler âdeta hayatın merkezinde, çarşının pazarın tam ortasında yapılmış. Mesela Kapalı Çarşı’nın girişinde Yeni Cami, bitişinde Nuruosmaniye Camii. Camiyle başlayıp camiyle bitiyor. Kapalı Çarşı ticaret merkezidir. Ticaret nedir? Hayatın aktığı yerdir değil mi? Ne demek bu? Camiyle mescitle başlayan ve mescitle biten bir hayat. Bizim de camiyi bugün aynı şekilde hayatımızın tam merkezine koymamız gerekiyor. Ecdadımızın yaptığı camilerin avlularında hep mezarlıklar, kabirler vardır. Neden? Bizim caminin avlusunda da var. Bugün ayrıca mezarlıklar yapıyoruz; fakat eskiden mezarlar ya da kabirler ayrıca böyle bir mekânda olmamış. Herkes vefat eden kişiyi bahçesinin önüne gömmüş. Bugün Anadolu’da böyle yerler vardır. Mesela bir bakkalın önünde dedesinin, nenesinin mezarı vardır. Ecdadımız da yapmış olduğu camilerin avlusuna kabirleri koymuş. O camileri de hayatın merkezine koymuş. Camiyle sürekli içli dışlı olan insanlar camiye girip çıktığı zaman mezarı görmüşler, kabri görmüşler, ölümü hatırlamışlar ve dolayısıyla hesabın ve mizanın olacağını hatırlamışlar. Camiyle sürekli içli dışlı olan bir toplum ticaretine hile karıştırmaz, insanlarla ünsiyetine dikkat eder, yalan söylemez, gözünü haramdan muhafaza etmeye çalışır. Çünkü, sürekli ölümü hatırlatacak unsurlar var gözünün önünde. Fakat bugün artık maalesef mezarlıklar şehrin kenarlarında ve etrafına duvarlar örülmüş. Belki buna mecbur kaldık. Zincirlikuyu Mezarlığı’nın başında “Her canlı ölümü tadacaktır” yazıyor. Bununla alâkalı şikâyet olmuş; “Sürekli ölümü hatırlatıyor, bunu kaldırın.” diye.  Onlar ne kadar ölümden kaçmaya çalışsalar da nihayetinde kaçmış oldukları şey onları yine bulacak. Rabbim inşallah huzuruna razı olduğu şekilde gidebilmeyi bizlere nasip etsin. Camilerimizi hayatımızın tam merkezine almayı, cami merkezli bir hayat inşa etmeyi rabbim cümlemize nasip etsin inşallah.

İnşallah hocam. Vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.

Rica ederim.

Aylık Dergisi, 205 Sayı, Ekim 2021.

Yazar

Bunlar da hoşunuza gidebilir...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir