Meydan-ı Celâdet, pek çok yiğit görmüştür. İslâm’ın izzet ve vakârını taşıyan nice arslan, ömrünü İlay-ı Kelimetullah yolunda, kan can pahası bir mücadeleyle geçirmiş, istiklâlin yeniden kazanılması ve şerefin muhafazası adına, neler yapabileceğini de cümle âleme göstermişlerdir.
Onlar, Büyük Doğu coğrafyasının hemen her beldesinde, direniş ruhunun gelişmesine, moralin yüksek tutulmasına ve savaşma isteklerinin artmasına vesile olmuş, o son derece güç şartlar altında, yokluklar, acılar ve işkenceler içinde dahi olsa, ne kendileri boyun eğmiş, ne de milletlerinin boyun eğmesine müsaade etmemişlerdir.
Bu şerefe nail olanlar, dün ölmüş, bugün unutulmuş olanlara mukabil, ümmet nazarında hak ettikleri saygınlığı ve izzetli yerlerini almış, haysiyet, gayret ve fedakârlıklarıyla her daim hayırla yâd edilmişlerdir.
Bu örnek hayat sahiplerinden, bu ümmetin asil erkek ve kadınları olarak, en azından bir kaçının olsun isimlerini zikretmeli ki, o cengâver ve iman ulusu yiğitlerin şanlı isimleri yazımıza kıymet katsın; işte pir-i fâni şehidimiz Şeyh Ahmed Yasin ve onun Filistinli yiğitleri… Moskof ayısını hezimete uğratan, başta Şamil Basayev olmak üzere, Cevher Dudayev, SelimhanYanderbiyev, Aslan Maşhadov ve daha nice Kafkas kartalları… Dünya için ahiretini unutan cihad kaçkını hocaların değil, ilmiyle âmil olan gerçek İslâm âlimlerinin fikir birliği ederek “Seyfullah” Allah’ın kılıcı olarak künyeledikleri Şeyh Usame bin Ladin’i ve onun Tora Bora Harp Akademisi mezunlarını… Şehadet haberi geldiğinde, Kumandanımızın; “insan gibi yaşadı, insan gibi öldü” diyerek, bizzat övgüsüne mazhar olan Cihad Prensi Ebu Musab El Zerkavi ve arslanlarını… Rabiatül Adevviye Meydanında, Mısır’ın Firavun fareleri tarafından katledilen bacımı Esma El Biltaci’yi…
Hâsılı, cihadı arzu edip, destansı olan hayatlarıyla, tarihe şanlı bir hatıra bırakan, ümmetin kalbinde yaşayan, daha nice iltifata şayan Serdar-ı Mücahid’i ve onların izinden giden sayısız güzide evlâtlarını hürmet ve tazim ile anmalı.
Destansı olan hayatları derken, abarttığımızı düşünenler olursa da, artık o zavallıları fazla kaale de almamalı, bunları ya bu soydan yiğitleri tanımamalarına ya da bu durumu onların hasta ve fesat tıynetlerine yormalı. Yoksa insan olmak, insan gibi yaşamak, insan gibi ölmek, şehidliği gaye edinip, küfrün ve zulmün amansızca saldırılarına yine amansızca karşılık vermek, her zaman bahtiyarlıktır. Hem de kelimenin gerçek anlamıyla bahtiyarlık… Onlara, mehter marşındaki şu mısraları hatırlatalım: “Gafil ne bilir, Meydan-ı Celâdetteki, Envar-ı Safayı… Neşve-i pür şevk-i vegayı?” Yani, gafil yiğitlik meydanındaki, nurlu gönül şenliğini, harb yerinde çıkan seslerin verdiği şevkle mest olmayı ne bilsin?
Gelelim, bu bahtiyarlardan olarak, Meydan-ı Celâdetin hakkını vermiş, Anadolu’nun birbirinden seçme yiğitlerine… İşte ön saf arslanlardan Cahid Ayaz… Zindanlarda bile bu bayrağı yüksekte tutan Sancar Kartal, Hasan Meriç… Dağ gibi yiğitler Ünsal Zor, Halil Kantarcı… Bir sevda ile taşan yürekleri ile, en soylu idealleri için, akına çıkan ve gözlerini kırpmadan can veren şehid gönüldaşlarımızı hayr ve gıbta ile anmalı ve onların aziz ruhaniyetlerinin bizimle beraber olmasını niyaz etmeli. Onlar ki, canla, başla verdikleri mücadeleyle bir devrin kapısını aralayan “Mutlaka aşılması gereken zaruri dururken, faydasız kolaya sapmadan” ve hiç geri durmadan gerekeni yapmak suretiyle düşmanlarını ağlatan, buna mukabil emperyalizmin yerli işbirlikçilerine zillet elbisesi giydirilmeye devam ediliyorsa, bundan arslan payının işte bu güzide şehitlerimizin olduğu da hiçbir zaman unutulmamalıdır.
Onlar Hilâlin Arslanları olarak, cihad ruhunun savaşçıları. Onlar Akıncı hüviyetinde suret bulmuş, şehitliği arzu etmiş insanların canlı misalleridir. Şehitlik arzusunda samimi oldukları da şuradan belliydi ki, (İnsanın gönlünün gitmediği yere, ayaklarının zaten hiç gitmeyeceği ayrı mesele) er meydanına indiklerinde, başa gelebilecek bütün tehlikeleri bildikleri halde, korkmadan ve buna hiç aldırmadan ön saflarda yer almaktan çekinmediler.
Onların, zorluklara dayanmayı mümkün kılan öyle büyük umutları vardı ki, görmeliydiniz… Onları ne dünyanın en güçlü orduları, ne de Anıt kenefin “Engizisyon Kültürlü” yaratıkları, ne de ölüm korkuturdu.
Görmeliydiniz, en zor şartlar altında dahi, yere eğilmez bakışları… Onlar, Aydınlık Savaşçıları, mukaddes emanetin yılmaz savunucuları… Onlar bizim kahramanlarımız, onlar asil İslâm savaşçıları… Takdire şayandı gösterdikleri yararlılıkları… Samimiyet, sadakat ve halisiyetti şiarları. Yiğitçe, mertçe ve erkekçeydi arkadaşlıkları… Boyları, posları ve edâları…
Onlar “Kurtuluş Yolu” bağlıları…
Mekânları cennet, kabirleri pür nur olsun…
Yazı: İsmail Uysal
Aylık Dergisi 150. Sayı Mart 2017