Pazar, Eylül 15, 2024

Ölüm Odası Penceresinden Lügat İlmi ve Kâinat Muhasebesi

Mütefekkir’in lügat ilgisi ve lügat üzerinden kâinat muhasebesi yapışı malûm. Kendi hayatı ve eserleri bu mânâda “fikri yaşamak, yaşamayı fikir bilmek” cihetinden lügat destanı. Kelimeler, semboller, imajlar, tedâiler, tabirler, ebced ve cifir benzeri sayı değerleri vesaire. Topluluk hakikati… Çok’u tek’e irca etme. Bunu yaparken çok’u kaybetmeme ve yitirmeme gayreti… Bir nevi çokta teki gösterme hüneri, sanatı. Dil, kelimelerden örülü. Kelimeler, sûretlendirilmiş mânâ. Lügat, aynı yahut yakın mânâya dair birçok kelime ve ses misalleri ile dolu. Kelime, mânâ ve tecrübe zenginliği. Dil, konuşuldukça zenginleştiğine göre ve konuşmakta ucuz soydan gevezelikler olmayıp “eşya ve hadisenin sırrını kurcalamak” noktasında fikir ve aksiyon üretmek olduğuna göre; lügat, eşya ve hadiseye dair konuşuldukça zenginleşen bir “cevher”. İlimlerin ilki ve başı; hatta en önemlisi… O olmadan başka ilme kapı aralamak imkânsız. Nihayetinde hangi işe el atarsak atalım, öncelikle o işe ait isimler, kavramlar, adlar ve alâkalı mânâları öğrenmek durumundayız. Hâl böyle olunca lügat ilmine yahut lügat ilmi esaslarına vakıf olmadan diğer ilimlere geçit yok. Bu çerçevede Mütefekkir’den öğrendiğimiz veçhile “lügat ilmi, asıl bilgisi olmanın da ötesinde ‘aslın aslı’ niteliğindedir.” (Salih Mirzabeyoğlu, Damlaya Damlaya-Yılanlı Kuyudan Notlar, s.42.)

Aslın aslı; Lügat.

Lügat; söz, kelime, bir dili meydana getiren kelimelerden her biri. Bir topluluğun konuştuğu dil, misal; Lûgat-ı Arab. Bir dilin türeme ve mânâ bakımından kelime bilgisi. Leksi-koloji: Bir dilin kelimelerini belli bir sıralama içinde mânâlarıyla beraber ihtiva eden kitap, sözlük, kamus, leksikon, diksiyoner. Kelimenin ıstılahî olmayan mânası…

Kamus; deniz, derya. Sözlük, lügat, büyük sözlük, bir dilin kelimelerini açıklamalarıyla birlikte ihtiva eden kitap, leksikon.

Dil; basit deyişle, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabiî bir vasıta. İlk insandan beri var olan ve ilk doğru-ilk emir ile zuhur eden, dinamik bir şekilde gelişerek yeni ses ve surette beliren, belli kanunlarla yürüyen sistematik bir müessese. Tabiî olarak bütün diller tek bir dilden türeme. “Peygamberler olmazsa medeniyet olmazdı” ölçüsünden hareketle, ilk insanda bütün isimler mevcut ve tek bir dil halinde konuşulmakta. Konuşan bu varlık ise oldukça fasih bir lisana sahip. Fasih: fesahatla konuşan, bir dilin kaidelerine ve inceliklerine uyarak konuşan. Açık, anlaşılır ve düzgün konuşan.

İnsan; konuşan, düşünen, fikir ve aksiyon ortaya koyan varlık. Değer ölçüsü, bütün bunları ne kadar yapabildiğine yahut yapamadığına bağlı. Nihayetinde, öğretilebilir alışkanlıklar ve kısmi ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri muhakeme usulleri hayvanda da mevcut. İnsanın hayvandan farkı, FARKEDİŞ-ŞUUR SEVİYESİNİN durumuyla açığa çıkmakta. Bu, düşünme ile alâkalı. Düşünme ise akıl ve zekâ ile. Bunlara mâlik olmama yahut kullanmama noktasında “Hayvandan Aşağı-Belhüm Adal” olma ihtimali mevcut. Demek ki insan olmak ancak dil ile mümkün ve dilin olmadığı yerde insan yok. Ve dil, düşünmeyle iç içe. İnsanın bir tarifinde de “Nefs-i natık-konuşan nefs olması” derdimizi anlatmamıza kifayet eder.

Dil, mânânın yanında kelimeler ve seslerden de müteşekkil. Birbirinden farklı dillerde mânâ değişmediği hâlde, ses ve kelime görünüşü değişmekte. Bu ise hem mizaç hem söyleyiş-gırtlak farklılığının getirdiği bir zenginlik, hem de birbirinden kopan milletlerin gitgide farklı ses ve kelimeleri, yeni karşılaştıkları eşya ve hadiseleri isimlendirir veya anlatırken kullanması ile biriken keyfiyettir. Bu gibi ses değişmeleri, tabiî ve normaldir. Kaldı ki, ne dil sesten ne ses dilden ayrılabilir. Dilbilimci Ferdinand de Saussure bunu şöyle izah eder: “Dil bir kâğıda da benzetilebilir: Düşünce kâğıdın ön yüzü, ses ise arka yüzüdür. Kâğıdın ön yüzünü kestiniz mi, ister istemez arka yüzünü de kesmiş olursunuz. Dilde de durum aynı: Ne ses düşünceden ayrılabilir, ne de düşünce sesten.” (Ferdinand de Saussure, Genel Dilbilim Dersleri I, TDK Yayınları, s.105.)

Ses değişmelerinin tabiî olduğunu yukarıda belirtik. Meseleyi biraz açacak olursak:

Dilbilim uzmanları, ses değişmesini  “dildeki konuşma seslerinden birinin, diğerinin yerine geçmesi ya da türemesi ve düşmesi olarak” tanımlamakta. Diğer taraftan kelimelerdeki ses değişmeleri dilin kendi iç dinamiklerinden kaynaklandığı gibi, dil dışı psikolojik, sosyolojik, hatta coğrafî ve nörofizyolojik sebeblerden de meydana gelebilmektedir. Tabiî seyirde aynı dil içerisinden şive farkından dolayı farklı söylenişler olduğu gibi, tamamen dönüşerek diğerine hiç benzemeyen farklı bir dilde seslendirişlerde ortaya çıkmaktadır. Bunun neticesi olarak günümüzde yaklaşık 7000 dil konuşulmakta ve bunun % 60’ı tropikal orman kuşaklarında yer almaktadır. Konuşulan dil çeşitliliğinin en zengin olduğu yer ise Papua Yeni Gine. Yaklaşık 7 milyon insanın yaşadığı ülkede 830 farklı dil konuşuluyor. Nüfusu 160 milyon olan Nijerya’da ise 521 farklı dil konuşuluyor.

Mütefekkir’in lügat ilgisi malûm ve yeni değil dedik. 1994 tarihli şiiri bu minvalde oldukça dikkat çekicidir:

Yâr yüzü yeryüzünde lûgatın sihir tozu

Bir hoş oluyor akıl kanat açarken suya

Bana öyle gelir ki hayatın kalan kozu

Mayamda işli dantel çocuk sırrında oya

Yorgun düşünce gözler uyuyup uyanayım

Ver lûgatı elime sonra sessizce çekil

Penceremin başında encâmıma dalayım

Rüyâdan kısmetimi tâbire gelsin kefil

Tedaileri ile yâr yüzü, bâr yüzü. Bâr; yük. Mütefekkir’in madde ve mânâda çilesi; müstesna genç. Dil ve diyalektik; Ruhun Romanı-Ruhî Roman.

Şair; kelimelere ahenk veren, rüya tabircisi, bir cephesiyle “mânâ büyücüsü”.  Şeyh Galib’in deyişiyle; Ehl-i Hâl. Lisan heykeltıraşı, yani dil yontucusu. Sırları kurcalayan yahut kendini-fikrini belli bir kesimden saklayan, perdeleyen… Bu mânâda şiir, mahremiyetini muhafaza eden. Ölüm Odası B-Yedi; şairin dünyası, eşya ve hadiseyi yepyeni bir üslup ve dil ile idrak sahiplerine ikramı. “GİRİLMEZ” levhasını “SIR”larla örülü bir dile çekerek esere belli bir MAHREMİYET veren Mütefekkir, “elini şeriate değdirse küfür doğuracak” kimseleri eserden uzak tutmakta ise pek mahir. Diğer taraftan hasetçi takım ile Mütefekkir’in her eserini yağmalayıp kendince bir şey yaptığını zanneden zenne kılıklılar ise yukarıda bahsini ettiğimiz “düşünmeyen” sınıfından olmak üzere “DİLSİZ”liğe mahkûm.

Dil Çalışmaları ve Etimoloji

Etimoloji; bir dildeki sözcüklerin kökenlerini ve bunun gereği olarak o dilin, diğer dillerle ve o dili konuşan toplulukların, geçmişten bugüne diğer topluluklarla olan kültürel ilişkilerini araştıran ilim dalı. Yaşadığımız zaman diliminde –Mütefekkir’in çalışmalarını saymazsak- bizde bu istikamette yapılmış herhangi bir çalışma yok. Türkiye’de daha çok Batı filolojisi eğitimi almış araştırmacılar tercüme eserler ile yetinmiş yahut bazı akademisyenler, Batı dünyası dilbiliminde yürütülen çalışmaları, “aktarmacılık” biçiminde araştırma-tez kılıfıyla kitlelere sunmuşlardır. Etimoloji Lügati denildiğinde Clauson, Radloff, Rasanen gibi Batılı yazarların yazdığı, Türk dillerinin karşılaştırmalı etimolojik sözlükleri akla gelmektedir. Yine bir Batılı yazar olan Andreas Tietze’nin çalışmaları hariç, adam akıllı yapılmış, Türkçe’nin bir etimolojik lügatı bile yoktur. Biraz iyimser bakacak olursak, birkaç kişinin ferdi gayretleri ile yazılan üç-beş “Osmanlıca Ansiklopedik Lügat” dışında nerdeyse elimizde köklü bir lügat bile yoktur. TDK oldukça mühim işlerle meşguldür; yatay, dikey, sorunsal, çözüt, ussal gibi uydurukça köksüz kelimeler üretmek gibi.

Türk Dilini merkeze alan en önemli dil çalışması XI. yüzyılda yazılan Dîvân-ı Lügâti’t-Türk’tür. Dilin nitelikleri, dünya dillerinin tipleri, dil akrabalığı ve ses yansımaları gibi meselelerin işlendiği, Şemseddin Sami’nin 1887 yılında yayımladığı “Lisan” adlı eseri “modern anlamda” XIX. yüzyılda tektir. Bu tarihten sonra ise neredeyse çalışmalar karanlık bir sükûta gömülmüştür. Harf Devrimi ile bu sükut faciaya dönmüştür ki, mevzuumuz bu olmadığı için geçiyoruz.

“Ölüm Odası B-Yedi” adlı eserin bu mânâ çerçevesinde bir orijinalitesi vardır. Mütefekkir’in “Dil ve Anlayış, Tilki Günlüğü, Hırka-i Tecrid, Furkan-Lûgat-ı Sâlihûn, İnsan-Büyük Doğu-İbda, Esatir ve Mitoloji” adlı eserleri ile bir bütün arz etmekte ve bu bütünlük etimolojik anlamda bir ilk belirtmektedir. “Ölüm Odası B-Yedi”  adlı eseri, dillerin işlenmesi ve harmanlanması açısından olağanüstü bir tertibe ve terkibi oluşa sahiptir. Geçmişten günümüze ve bugünden yarına bakan yönüyle, eşya ve hadise -kısmen- göz önünde olup bitmektedir. Eşya ve hadisenin yaşadığı değişimin fark edilişi ile birlikte, ona ait kelimelerin, sembollerin, imajların ve alâkalı görülen ne varsa etimolojik lügat bütünlüğü içerisinde nakış nakış işlenişi. Dilde kâinat muhasebesi veya eşya ve hadisenin sırrı peşinde DİL MUHASEBESİ. Buradan KELAM bahsine akış… “Hiçbir şey yokken kelâm vardı”. Dil değil kelâm, bu inceliğe dikkat. Dolayısıyla dilden kelâm bahsine sarkış. Kelâm ise “Ben Kimim?” ızdırabını hissettiren SIR. Mütefekkir’de mühim kelime “KUST”. Açılımı eserleri boyunca mevcut.

Diğer taraftan, dilde toplu topluluk hakikati bahsi. Allah’ın isimleri, sonsuz ve topyekûn varlık âlemi Allah’ın kelimeleri. Her biri kendi istidadında derece sahibi… Nihaî noktada ondan gayrı hiçbir şey yok, her şey onun ilminden tecelli. Sahabe-i Kiram’dan Hazret-i Lebid’in sözü;“haktan başka her şey batıl”. Ve Resûller Resûlü; yeryüzünün en fasih konuşanı, dilde belağat ve incelik sahibi. Söylenegelen hikmet: “Halkın dili, Hakkın dili”. Mütefekkir “Dil ve Diyalektik” adlı eserinde bu hikmete şöyle izah getirir: “Allah sevgilisinin dili, halkın dilidir ki, hükümlerden ibarettir; hususi dil, ondan çıkarılmış hakikatlerdir. Böylece, «Halkın dili, Hakkın dilidir.» hikmetindeki mihrak noktanın Allah sevgilisi olduğu da anlaşılıyor.” (Dil ve Diyalektik, s.67.)

Bunu en üst dilim kabul ederek esere baktığımızda, eser boyunca şeriatın şaşmaz ölçülerini gördüğümüz gibi dinî, ahlakî, fıkhî mevzular; rüya, psikoloji, astroloji ve astronomiye ait incelikler ve ilgili kelimeler-semboller; tarih, edebiyat, sosyoloji ve iktisada dair terkibi meseleler; ân itibariyle gerçekleşen hadiselerden vesaireye kadar pek çok mevzuu Mütefekkir’in eserinde işlediği malzeme olabiliyor. Nakkaş, eserini desen desen işlemekle mesul. Bu mesuliyet belli bir nizam ve esasa bağlı, hatta bir usule. Esas ve usulün nasılı bize meçhul. Meçhul olmasının nazarımızda şu faydası var; konuşuldukça zenginleşen, açıldıkça derinleşen ve “budur” denilip kestirip atılmadığında ise yeni anlayışlara kapı aralayan bir hal arz etmesi. Bu çerçevede, kendi şuur seviyemize bakan yönüyle, meseleler Süryanice ve Arapça dil sofrasında iştikakî ve etimolojik tahlile, bir cephesiyle tahkike tâbi tutulmaktadır. Diğer lügatler-diller (Türkçe, Farsça, Kürtçe, Fransızca, İspanyolca, İngilizce, Kıpçakça, Rusça, Balkan Dilleri) bu sofrada değerlendirilmekte ve alâkaları gösterilmektedir. Elbette sadece diller ve lügatler kullanılmamakta. Misal; Kamer Menzilleri’nde ifade edilen bütün kelimeler, İbn-i Arabî Hazretleri’ne ait Satranc-ı Urefa tablosundaki bütün kelimeler ve semboller, Mitolojideki birtakım kelimeler ve hikâye edişler, görülen rüyalardaki bahisler ve semboller… Ve İbn-i Arabî’ye ait eserlerden bilhassa “Fususul Hikem” ve “Fütuhat-ı Mekkiye”.

Süryanice’nin ehemmiyeti, Mütefekkir’den iktibasla şöyle: “Şimdi: Süryanice, cennet lisânı ve ilk lisân. Bizzat Allah Resûlü ‘Süryanice öğrenin!..’ buyurmuştur. Hüccet-ül İslâm lâkablı İmam-ı Gazalî Hazretleri’nin, bu dilin öğrenilmesi hususundaki teşvikleri malûm… Bu kökten, bir nevi mânâyı gösteren suret hâlinde türeyen en büyük dil-lisân, Arapça; ve ‘nehir insanları’ demek olan Hind’in dili…” (Furkan, s.12.)

Arapça’nın ehemmiyeti ise: “İlk dil ve doğru, ilk emirdi; ilk tatbik dili de ilk insanla vardı… Bütün diller, tek bir dilden türeme… Bizim diğer eserlerimizde yeterince işlediğimiz bu tez, doğrudan ‘dil bilim’ tarafından destekleniyor:

-‘Gerek eylemlerin kökleri, gerekse dilbilgisi biçimleri bakımından Sanskrit’in Lâtince ve Grekçe’ye bir yakınlığı bulunduğunu, öyle ki hiçbir filoloğun, her üçünü birlikte, belki de artık var olmayan ortak bir kaynak dilden çıktığını dikkate almadan incelemeyeceğine inanıyorum; Gotça ve Keltçe de bu kaynaktan gelmiştir.’

O kaynak, kendi hayat macerası ayrı mesele, Arapça’dır.” (S. Mirzabeyoğlu, Damlaya Damlaya-Yılanlı Kuyudan Notlar, s. 43.)

Dil, toplumun hafızası. Son yüzyılda bir değil birkaç milletin hafızası silindi. Mevcut kelimeler artık birçok mevzuyu anlamaya yetmiyor. Yetmeyince idrak körlüğü yaşanıyor. İdrak körlüğü yaşayınca “anlamadığını” iten ahmaklar zuhur ediyor. Fizik yahut tıp, her ilmin kendine mahsus bir dili var ve o dili öğrenmeden mevzuya dâhil olamıyor; lâkin iş mücerret fikre gelince 500-600 kelimelik hatta biraz abartalım 2000-3000 kelimelik hafızası ile 300.000 kelimeyle konuşanı anlayacağını düşünüyor. Deveye hendek atlatmak gibi bir şey. Hâl böyle olunca yapılan iştikaklar, çıkarılan etimolojik analizler, sadece ehlinin anlayacağı bir seviyede kalıyor. Tilki Günlüğü’nün yayın dönemi hatırlandığında, işin esas ve usulünü bilmeden ve mevzuunun derinliğine kuşatıcı ruhunu kavramadan bir sürü taklidi piyasaya çıktı. Yaptım oldu hesabı, birkaç yıllık rüya tasnifi ve güya rüya ilmine vâkıf pozlarda makaleler. Olan biten ise, Mütefekkir’i görmemezlikten gelme edebsizliği ve ademe mahkûmiyet. Şimdi de olan biten bu halden farklı değil. Dile dair önemli bir eser tefrika edilirken akademik çevreler “ölüm sükûneti” içinde.

Eserden iktibas:

“Süryanice, HUŞOBO DA’FTİNO-İmar Plânı: 879: ŞERŞONOYO-Süryanice, ‘Hakiki’. (İshak Aleyhisselâm’da tecelli eden mâna, Hakîki: Babası İbrahim Aleyhisselâm’ın O’nun hakkında gördüğü rüyanın gerçeklenmesi bakımından, bu hikmet O’na nisbet edilmiştir… Hadîs: ‘En hayırlı rüyâ, başkasının senin hakkında gördüğü güzel rüyâdır!’… Hakîki Hikmet’e, ‘Hakk-ı Hakikîye’ de denilir)… Süryanice, HUŞOBO-Fikir: 328: HUŞOBO-Mütefekkir… HAKK-Kazıma. Oyma. Derinleştirme. Maden üzerine yazı işleme. (Derviş Muhammed-332 mührü) 28: HARF SAYISI. (Kamer Menzilleri harflerinin ebced toplamı + 332= 6327: Aşkû-Gök-yüzü. Kat kat, tabaka… Güvaşe-Renk. Sûret. Sıfat: 327: Şebeke-Balık Ağı. Hüviyet sureti. ‘Mavi renk, Kelime-i Tevhid nuruna işaret eder’… Başyüce: 328: Urbun-Müşteri’nin bayie verdiği pay. ‘Gri renk, Müşteri yıldızının sembolüdür’… Kamer menzilleri harflerinin ebced toplamı + 332: 6327= 333: Veliler Ordusu’ndan. ‘Üstadım’ın bir eserinin ismi’… Süryanice, Kib Sahro-Ay hastalığı: 333: İşgal-Zaptetme, istilâ etme… Üstadım’ın ‘Kafa Kağıdı’nın sonu: ‘Gece kondu çadırlarıyla İstilâ edilmiş İstanbul; tutulmuş asil bir köşe’… Gece Kondu: Kamer Menzilleri cetvelinde, harflerle işaretlenen Ay konakları… Harflerin Toplam Ebcedi: 5995= 1000: Gayn harfinin ebcedi; bu harf, Allah’ın ‘Zâhir’ ismi, Küllî Cisim mertebesi, Kamer menzillerinden Re’sul Cevza’yı işaret eder; Baş ikizler, Uç ikizleri… Elf, Allah’a işaret eden Elif’in tahfifi, hafifletilmişidir; ve bin şeyle, Kamer Menzilleri’nin hepsiyle ünsiyeti olanıdır, Hemze de denir. Hemze, Allah’ın Mübdi ismi, İlk Kalem mertebesi, Kamer menzillerinden Seretan-Yengeç menzilidir)” (Baran Dergisi, S:527)

Daldan dala kâinat muhasebesi. Ve bu muhasebe boyunca lügat ilminin nakkaş misali nakış nakış işlenişi. Rüya lügati, tabirnamesi. Dil lügati, dil tabirnamesi. Her şeyin her şeyle ilgisi çerçevesinde, kelimelerin birbiriyle ilgisinin gösterilmesi, büyük bir dikkat ve incelikle, onlarca lügat ve eser incelemesi. Araştırmacılar için büyük bir kaynak. Kaynak değil, fikir tarlalarını-ekinlerini sulayacakları SU. Tertemiz bir kâmus-deniz. Yüzmesini bilene. “Ölüm Odası B-Yedi” tam bir dil hafızası. Anlayana eser ismi farkıyla (Lûgat-ı Salihûn yerine Ölüm Odası okunması); “Lûgat-ı Salihûn; işe yararların, ehillerin lûgatı… Başta ben, hikemiyât ve felsefe, edebiyat, sosyoloji, psikoloji, iktisat, matematik, fizik, kimya, astronomi, tıb, vesaire, vesaire, ilgililerin ve bilgililerin istifadesine… Nasıl?” (S.Mirzabeyoğlu, Furkan, s.10.)

Dil inşâı-yenilenişi. “Önce kelâm vardı” hikmetindeki, kelâm yenilenmez ama dil yenilenir. Dil sahibi, şahsiyet ve kültür sahibidir aynı zamanda. Çünkü dil, topluma ait algılama, düşünme ve yaşama biçimini çeşitli şekillerde göstererek bir tür dil-kültür-kimlik üçgeni oluşturur. İbda Mimarı’nın bir nevi yaptığı, esas bir dil oluşturmak ve bu dil üzerinde dünya fikir yemişlerini harmanlayıp Ümmetin istifadesine sunmak. Bu çerçevede İbranice, Boşnakça, İtalyanca dâhil dillerin tarihi ve kökeni noktasında oldukça geniş bir ürün ortaya koymaktadır. Gaye; BİR MİLLETİN HAFIZASINI YENİLEMEK.

Yüzyıla Hâkim Dil; İbda Dili. Lügat; KUSTO Lügatı.

Yazı: Ercan Çifçi
Aylık Dergisi 150. Sayı Mart 2017

Yazar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir