1968 yılında Kütahya’nın Tavşanlı ilçesinde doğdu. 1991 yılında M. Ü. İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Aynı fakültede 1993 yılında “Abdurrahman Sami’nin Hayatı eserleri ve Fatiha Suresi Tefsiri” başlıklı yüksek lisans tezini hazırladı. 1995 yılında doktorasını yapmak üzere, İngiltere Leeds Üniversitesi, Arap ve Ortadoğu Araştırmaları Bölümü’nde görevlendirildi. 1999’da “Towards Some Paradigms of the Sufi Conception of Love: From Râbia to Ibn al-Fârid” adlı doktora tezini savunarak Doktor unvanını aldı. 2003 yılında Yrd. Doçent kadrosuna atanan Süleyman Derin, 2007 yılında Doçentlik imtihanını kazandı. Şu anda tasavvuf anabilim dalında Doçent öğretim üyesi olarak tasavvuf tarihi, oryantalizm, tasavvufi tefsir konularında ders vermektedir. Ders faaliyetleri yanında sahası ile ilgili ulusal ve uluslar arası konferanslara katılmaktadır.
Bu sempozyum geneli olarak evvela siz neler söyleyebilirsiniz. Ne kattı ne kazandırdı nasıl geçti?
Bence bu sempozyum çok başarılı oldu, hedefine ulaştı. Hedefimiz İmam-ı Rabbâni’nin görüşlerini Türkiye gündemine taşımaktı. Tasavvufla şeriatı birleştiren, zâhirle bâtını cem eden, tasavvuf anlayışının eskisi gibi hâkim olmasını, bu konuda tasavvufu İslam’dan sûfi’leri Müslümanlıktan ayırmaya çalışan kimselere de bir cevap oldu. Konuşmacılar da bunu güzel ifade ettiler. İmam-ı Rabbâni’nin siyasi görüşleri bugünü çok ilgilendiriyor. Yani devlet adamlarından İslam’a karşı çıkanlara durması, ulemanın tasavvufu içselleştirilmesi gibi birçok mesajlar verildi… Sûfi’nin de şeriatı içselleştirmesi gibi çok mesajlar veriyor İmam-ı Rabbâni, önce bu mesajlar yerine ulaştığı için çok başarılı olduğuna inanıyorum sempozyumun… Ülkemizde bu tip programlar fazla yapılmıyor maalesef. Bazen çığırından çıkarılmaya çalışılıyor. Yani İslâmla alakası az. Tamamen şirk bir tasavvuf anlayışı geliştiriliyor. Buna karşı bir cevap vermiş olduğunu düşünüyorum
Üstad Necip Fazıl’ın Mevlana Hazretleri hakkında onun etrafında söylediği bir söz vardı hocam: “Mevlana Hazretlerini turist terliğine çevirdiler” diyor Üstad.
İşte bunu anlatmaya çalıştık… Yani ûlvî meseleleri basit fikirlere indirgeyerek eğlence aracı olarak görüyorlar. Mevlana da bizim, İbn-i Arabi de bizim, İmam-ı Rabbani de bizim. Bunun istismar edilmesine engel olmak gerekiyor. Bu konuda İmam-ı Rabbâni’nin fikirleri kesin olduğu için, onu istismar etmek daha zor. Bu hâle engel olmaya çalışacağız bu türlü organizasyonlarla. Yani ben şunu söylüyorum: bazen sûfiler, tasavvuf ehli kimseler kendi kültürlerine sahip çıkamıyor maalesef. İmam-ı Rabbâni hazretlerine sahip çıkmamız gerekiyor. Bunu gündeme getirdik.
İmam-ı Rabbânî Hazretlerinin Muhiddin-i Arabi hazretlerine derin bir saygısı vardı ve bunu ilmi bir tertib içinde yaptı. Onun İslâmî kimliğine özenen birisiydi değil mi?
İmam-ı Rabbâni, İbn-i Arabi’yi çok beğeniyor, ama şunu söylüyor: “Peygamber efendimiz hariç kimse eleştirilmez değildir. Yani nasıl ki müctehidler hata yapınca bir sevab doğru yapınca iki sevab alır. Aynı şekilde İmam-ı Rabbâni de İbn-i Arabi için, “zaman zaman bazı görüşlerde hata etmiş olabilir, biz onlara uymakla mükellef değiliz.” Diyor.
Aslında bu, esastan çok usulle alakalı ve aslında İslâm kültürünün, İslâm mirasının zenginliğiyle alakalı değil mi hocam?
Mezhebsiz olunmadığı gibi, alternatife düşman gibi gözükmekle de olmaz. Onlar birbirini tamamlar bence. Bunun esasında dengeli şekilde işledik konferansımızda. O da çok güzel oldu. İbn-i Arabi de bizimdir, insandır beşerdir şaşar, bazı görüşlerinde bazı aşırılıklar varsa da İmam-ı Rabbâni’den dengelemiş olduk. Olur ya İmam-ı Rabbâni’de belki bazı hatalar yapabilir.
Şu da var hocam, Âlimi âlim bilir veliyi velî tanır. Bir hataları varsa kendi aralarında, onlar çok yüksek mertebede değil mi hocam?
Aynen öyle, ama İmam-ı Rabbâni’nin cevapları var; “tasavvuf sadece ilim olarak değil yaşantı olarak da yaşamalı insan.” Bunlar yanlıştır, yoktur” demiyor, “bunlar akledilmez” diyor. Yaşayanı bağlar. Bizim onları açmamız ve şeriatın zahirini korumamız lazım. O mânâ da iyi oldu bence.
İmam-ı Rabbâni Hazretlerinin döneminde dinin dışından İslâm dinine karşı gelişen sapkın görüşler var, saldırılar var.
Onun döneminin kavga, savaşlarla dolu olması sebebiyle dünyanın her yerine talebelerini göndermiş, onun sayesinde bu mücadelesini kazanmıştır. Yani kısacası kuru bir mücadele vermemiş davasını kalpten sürdürmüş…
Mesela, Mevlana Hâlid gibi, mesela onun müceddidiyeyi temsil eden kolunun Anadolu’ya taşıyan büyük âlimler gibi mi?
İmam-ı Hâlid Bağdadî onun talebesiydi ama tabii onun talebesinin talebesi. Yani o dönemde onlar vasıtasıyla Ekber Şah’ın başlattığı sapıklığı durdurmuş, cevablar vermiş, Şii’lerin aşırı görüşlerine cevab vermiş, felsefeye dur demiş. Bu yüzden sadık insan büyük âlim yetiştirmeliyiz.
Hocam, peki bu sempozyum ve benzeri organizasyonlar olacak mı, sizin malumatınız var mı?
İstanbul Tasavvuf Araştırmalar Derneği olarak elimizden gelenin fazlasını göstereceğiz. Bu gibi konulara da dikkat çekmek istiyoruz. Yani halkımızın tasavvufu doğru anlamasına vesile olmak istiyoruz inşaallah.
Tasavvufu ney çalmaktan ibaret görenler de var.
Tasavvufi redler de var tasavvufi eğlence şekline çeviren de var. Tasavvuf hoşlaşma aracı değildir. Tasavvuf nefisle savaşmaktır. Maalesef tasavvufçular böyle anlaşılıyor. Bunun anlaşılması için de bu gibi konferansları devam ettirmek lazımdır inşallah.
İnşaallah. Hocam vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederim…
Duanız yeter.
Allah razı olsun…