Perşembe, Ocak 23, 2025

Mehmet Başkak: Hazinenin üzerindeyiz, ağzımızı açıp Batı’dan medet dileniyoruz

Söyleşi: Turan Demir
Mehmet Başkak Kimdir?
Psikoloji biliminde yüksek lisans yaptı.
Malatya’da doğdu. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü 1992’de bitirdi. Fakülte zamanlarında başladığı gazeteciliğe yaklaşık dört yıl devam etti. Çeşitli yayın organlarında şiir, makale gibi ürünleri yayınlandı. Devam eden zamanlarda, Öğretmenlik, eğitim danışmanlığı, yöneticilik ve işletmeciliğin yanısıra yıllar içerisinde aldığı çok geniş yelpazedeki, “Endüstriyel Psikoloji”, “Davranış Değiştirme ve Geliştirme” ile “İletişim” alanlarındaki ek formasyonlarla yetkinlik alanlarını geliştirdi.
“Yönetici ve Çalışan Psikolojisi”, “Kaliteli İnsan İlişkileri” , “Etkili Sunum Teknikleri”, “Güzel Konuşma Sanatı” , “İknanın Psikolojisi “, “Liderlik ve Yöneticilik” , “Yetişkinlerde Davranış Değiştirme ve Geliştirme” “Bilinçaltı Psikolojisi” ve “Bilimsel Hipnoz” gibi konularda uygulamaya dönük çalışmalar, eğitimler, seminerler ve konferanslar gerçekleştirdi. Başkak, yüzlerce yetişkine, kendilerini aşma yolculuklarında yön göstermiş, problemlerini aşmalarında onlara rehberlik etmiştir.
Bilinçaltı psikolojisi alanında uluslararası bir yetkinliğe sahip olan Başkak; hekim, psikolog gibi ruh sağlığı uzmanları başta olmak üzere diğer mesleklerden yüzlerce yetişkine bilinçaltı düzeyde değişim eğitimleri vererek, birçok uzmanın, danışmanın, terapistin yetişmesine katkı sağlamıştır.
Mehmet Başkak, doktor değildir; insanların daha kaliteli bir hayatı yaşamaları konusunda kişilere danışmanlık yapan uluslararası yetkinlikte bir bilinçaltı değişim uzmanı; profesyonel bir eğitmendir.
“Derin Sıçrayış Hipnoz” adlı eseri, 2009’da yayınlandı ve alanında birçok açıdan özgün kabul edildi. Bilinçaltı Psikolojisi, Bilinçaltı Değişim Stratejileri gibi sıradışı konuların ülkemizde yayılmasının, bireyler ve kurumlar tarafından öğrenilmesinin öncülüğünü yapmaktadır.

Aylık Dergisi: Ayhan Songar Bey’in yazmış olduğu “Bilimler Bilimi Sibernetik” isimli kitabından aklımda kalan bir paragrafı aktarmak istiyorum. Şöyle; “bir pilotun havada iken tam uçağın önünde bir patlama olur, bu patlama esnasında bilinç devre dışı kalır ve kişi herhangi bir harekette bulunur. Kişinin bilinci devre dışı iken yapmış olduğu bu hareketlerin prensibi nedir?” hocam burada şunu diyebilir miyiz; bilinç devre dışı iken yapılan davranışların prensibinin keşfi ile beraber insanların davranışlarını da kontrol edebilir miyiz ve bu kontrolde hipnoz ve tabiî ki sinemanın rolü nedir? Bilinç devre dışı iken yapılan davranışları açıklayan tek teori şuuraltı teorisi midir?
Mehmet Başkak: Gog İsimli bir romanda geçen “ben borç yığını bir cüsseden mi ibaretim?” sözünü bu mevzu ile irtibatlandırırsak, biz şuuraltımıza zerk edilenlerin esareti altında yaşayan ve böylece hürriyeti elinden alınmış varlıklar mıyız?
Burada şunun üzerinde durmak lazım Turan Bey; Allah insana bir irade vermiştir, öyle ki, kendisine inanıp inanmamak bile bizim irademize, tercihimize bağlı. Böyle bir irade… Hür irade… insan ne kadar hipnoz altında bırakılmış olsa da kimse ona zorla bir şey yaptırılamaz! Bir televizyon programında bana “bir insan suikastçi yapılabilir mi?” şeklinde bir soru yöneltilince, ben şöyle cevap verdim; kendi isteğiyle olursa evet! Yani bir insan adam öldürmeyi bir kutsal görev addediyor, vatan için bunu yapmayı bir gurur vesilesi sayıyorsa hipnoz ve sinema dilinin katkısı ile çok rahat eğitilebilir ve mükemmel bir suikastçi yetiştirilebilir. Ama taliplisi!..
Aylık Dergisi: Garip bir soru olacak belki ama sormak istiyorum; şuuraltının bir süzgeci var mıdır?
Mehmet Başkak: Şimdi insanda bilinç ve bilinçaltı vardır. Ama zannedilmesin ki beyinde böyle bölgeler mevcut. Bazen psikolog öğrencilerime beyinde böyle bölgelerin olmadığını söyleyince şaşırıyorlar. Bu kavramlar o kadar sık tekrarlanıyor ki, insanlar beyinde böylesi bölgelerin olduğunu düşünüyor.
Şu an olan bir hadise için doğru veya yanlış hükmünü koyan bilinçtir. Karar veren bilinçtir. Bu adam iyi bu adam kötü, bu yasaya uygun bu değildir diyen, iki artı iki dört eder diyen bilinçtir. Bilinçaltı ise 7 yaşındaki bir çocuk gibidir ve her türlü etkiye açıktır. Bilincin bir yönü vardır, o da şu; şuuraltının yanında bir bekçi gibidir. Bilinç, her şeyin bilinçaltına direkt girmesini engeller. Bilinç, insanın inandığı, toplumdan, aileden almış olduğu ve okuduğu, kısaca envaî çeşit yoldan öğrendiği değer yargılarını süzgecinden geçirerek bekçilik vazifesi yapmaktadır. İşte bundan dolayı irade ön planda. Her elini kolunu sallayan şey, bilincin süzgecinden geçmeden şuuraltı üzerinde tesirli olamıyor.
Bir de işin şöyle bir tarafı var: şuuraltı bir şeyi öğrendiyse, bilincin onu değiştirmeye gücü yetmez. İstediğiniz kadar paketlerin üzerine kanserli adam resmi koyun. Bir gün sigara terapisi için gelen bir göğüs kalp cerrahı bana şunları söyledi; ben bir hastayı ameliyat ederken, ciğerlerinin ne halde olduklarını görüyorum . Bu haldeyken mola verip sigara içmeye gidiyorum. Son çare olarak hipnozu gördüm. Şimdi soruyorum, bilinç mi daha güçlü, bilinçaltı mı? Yukarıdaki örnekten de bunu anlayabiliriz; bilinç sigaranın zararlı olduğunu biliyor, akciğer kanserli hastanın ameliyatında ciğerlerin ne halde olduğunu anlıyor ama şuuraltı bir defa öğrenmişse bilinç aciz kalıyor. İsterse tüm profesörler bunun zararlarından bahsetsin.
Onun için biz seanslarımızda bilinci devre dışı bırakıyor ve tüm çalışmalarımızı şuuraltı üzerinde yapıyoruz. Ama bilinç, hâli hazırda bilinçaltına yerleşmeyen bir şey için bekçilik vazifesine devam ediyor.
İşte hipnoz ile sinemanın kesiştiği noktalardan biri; ritm sayesinde bilinç tembelleşiyor ve askıya alınıyor bu sebeple şuuraltı telkine açık hale geliyor…
Aylık Dergisi: Hocam bu minvalde Salih Mirzabeyoğlu’nun “İnsan -Erkek ve Kadın” adlı eserinden bir bölüm okumak istiyorum, müsaadenizle…
“Jung’un şuuraltı görüşü, Freud’unkinden daha zengin ve esrarlıdır. Freud, sadece ferdî bir şuuraltının varlığını kabul ediyor. Jung ise müşterek veya ferd üstü bir şuuraltının bulunduğunu söylüyor. Freud, bilindiği gibi, ruh dünyasını şuurlu ve şuursuz olmak üzere ikiye ayırıyor. Jung, bu ikiliği üçleştiriyor: Şuurun ve şuuraltının yanında, müşterek şuuraltına yer veriyor. Jung’a nazaran şuuraltı, bütün insan ruhunun en önemli unsurudur. Burada, tabiatına sembolik icadlarıyla şuurun hiçbir şekilde yaklaşamayacağı imkânları belirten, insiyaklar kuvvetini andıran dinamik bir faaliyet kendini gösterir. Şuuraltında, yüceltilmiş bütün ruhî kapsamlar, unutulan ve ihmal edilen her şey ve bunların yanında milyonlarca tecrübeyle sağlanmış bir bilgelik yer alır. Şuuraltı, geleceği tâyin etmek amacıyla sürekli bir şekilde malzemeler hazırlar, kombinezonlar yapar. Bunlar, her zaman gördüğümüz kombinezonlardan, incelik ve şümul bakımından daha üstün olurlar. Şuur, şuuraltının gecikmiş bir filizidir.”
Hocam, burada sormak istediğim soru şu; şuur, şuuraltının gecikmiş bir filizi ise bizim bilinç dediğimiz şey, tabiri caizse, şuuraltının dışa doğru kabuk tutmuş hâli midir? Hatta meselâ Bergson, ben dediğimiz şeyi su üzerindeki kabuklara benzetiyor. Eğer gerçekten böyle ise şuur süzgeci ne anlam ifade eder?
Diğer sorum ise şu; Jung ve Freud’un kıyaslaması üzerinde durur musunuz?
Mehmet Başkak: İlk önce şunu belirtmeliyim; Freud çok zekidir, çok iyi sıçramıştır ancak kendi burnunun dibine düşmüştür. Jung’un size yakın gelmesinin sebebi ise tasavvufu okumuş olmanız, Jung’un Hristiyan olması ve bir yaratıcının varlığına inanmasına karşın, Freud’un ateist olması ve kendi psikoloji sistemlerini bu anlayışları üzerine temellendirmesi olabilir. Freud 120 yıllık modern felsefesinin tanrısı gibi görülür. Ama Freud psikolojinin kendisini tanrı gibi kabul eden sahte tanrısıdır. Ve daha ziyâde edebî bir metin hüviyetindeki teorisi, her nasılsa bilimsel kabul edilmiştir. Ayrıca mitolojiden beslenmiştir. Bu arada “bilinçaltı” kavramını Freud’a borçluyuz ama bu kadar! Getirmiş olduğu katkılar Jung’a nispetle çok sınırlıdır. Şunu diyebiliriz; insanı tanrısından koparan bir anlayış gerçeğe ancak bu kadar yaklaşabilir. Ruhu inkar eden bir psikoloji anlayışı, ruhu olan bir insanı anlamada ancak bu kadar ileri gidebilir diye düşünüyorum. Jung’da ise bir yaratıcı inancı olması ve ruha inanması hasebiyle anlayışı tabiîki farklı olacaktır.
Benim hipnoz seanslarında elde etmiş olduğum birçok veri de Jung’un anlayışı ile paralellik gösterir.
İnsan kendinden ibaret bir varlık değildir! Biz anne ve babamızın oluşturmuş olduğu bir evrenden de ibaret değiliz! İnsan anne, baba, mahalle, toplum ve şehirden ibaret değildir. Bir insan Amerika’da olan bir olaydan etkilenir fakat sadece bunlardan ibaret değildir. İnsan hem ferdî geçmişi hem de toplumunun geçmişinden etkilenir. Şimdilerde bilim camiası “genetik hafıza” dan bahsetmekte. Nasıl ki bir hastalık ailenin fertlerinden fertlerine geçiyor, bilginin ve deneyimlerin de gen hafızalarında saklı olması tezi Jung’un arketip ve kollektif şuuraltı tezleri ile örtüşüyor. Nasıl ki Turan’ın saç rengi veya Melih’in göz rengi, boyu posu dedelerinin ve geçmiş ve şimdiki aile fertlerinin sülbünden gelmişse, dedelerinin bilgi birikimi, deneyimleri, hayata karşı tutumları da bu şekilde gelmiş olabilir! İşte bilinç, şuan algıladığı için bu tür şeyler şuuraltının derinliklerinde saklı, ancak şok durumlarında, hayati durumlarda ortaya çıkabiliyor ya da hipnoz gibi çok sıradışı bir yol kullanmak gerekiyor.
Bir insan yaşadığı zamandan, bulunmuş olduğu toplumdan ve kendi kendisinden ibaret değildir. Tarihi ile beraber gelen birikimi DNA’sında bir yerlerde taşıyordur. Bu mânâda biz her birimiz kâinatın demosuyuz ve tüm geçmişin bir demosuyuz diye düşünebiliriz!
Aylık Dergisi: Bu manâda Necip Fazıl’ın bir sözünü aktarmak istiyorum: “insan fert olmanın dışında bir şey olmayacaksa, zaten olacağını olmuştur.”
Mehmet Başkak: Evet!
Aylık Dergisi: Bu arada kitabınızdan biraz bahsetmek istiyoruz. Kitabınızda en fazla beğendiğim yerlerden biri “kendi kültürümüze bağlı bir hipnoz dilinin oluşturulması”na dair teziniz.
Mehmet Başkak: Evet, bu çok önemli. Az önce bahsettiğim gibi psikoloji teorisinin en önemli ayağını “Oedipus Komleksi” üzerine bina eden Freudyan bir yaklaşım var. Hâli hazırda hâkim anlayış bu. Gerçi son zamanlarda Neofreudyenler bunların böyle olmadığını yorumladılar, değiştirdiler, yok böyle değil dediler. Aslında böylesi bir tutum içine girmeleri, gelen eleştiriler önünde duramamaları ile ilgili… Bir bebeğin annesinin emmesinin seksüel bir güdü ile emdiğini söyleyen ve bu şekilde uygulayan bir terapi anlayışı var. Şimdi siz Freud’u yalamış yutmuş bir insanı getirin, Anadolu değerleri ile yoğrulmuş, mecz olmuş bir insanı terapi için getirin, bu adam bu Anadolu insanı karşısında aciz kalır. Böylesi bir terapist bizim insanı anlamaktan acizdir. Çünkü, biz annenin ilahî bir şefkat ve merhametle bebeği emzirdiğini, bebeğin ise Allah’ın kendisinde kodladığı bir takım güdülerle anneyi bildiğini, şefkât ve sevgi ile beslenmek maksadıyla emdiğini biliyoruz. Buna inanıyoruz ve bu evrensel bir değerdir. Batılı kendi toplumunun ihtiyacına göre bir edebiyat, kendi toplumunun ihtiyacına göre bir sinema, kendi toplumunun ihtiyaçlarına, problemlerine, sıkıntılarına göre bir psikoloji anlayışı geliştirir. Öyleyse burada, o psikoloji anlayışını dayatmak, o sinema anlayışını dayatmak ciddi bir sıkıntı oluşturmaktadır.
Bu aynı zamanda yıllardır dayatılan bir şey ve toplumumuzun sorun, sıkıntı ve ihtiyaçlarına cevap vermemektedir. Dolayısıyla yeni bir psikolojik anlayış diline ihtiyaç vardır. Sadece hipnoz değil, aynı zamanda sinema, felsefe ve daha bilmem nerede kendi kültürümüz ve inançlarımıza bağlı yeni anlayışlara ihtiyaç vardır.
Bağımızın koptuğu yahut koparıldığı, hâlihazırda Batıyı ayakta tutan ve Batının hallaç pamuğuna çevirmiş olduğu zengin medeniyetimiz ile kopmuş olan bağlarımızı tekrar birleştirmeliyiz. Mesele hipnoz ise o zengin sofrada hipnozun ilkelerini bulabiliriz.
Yukarıda bahsetmiş olduğumuz gibi, bu topraklarda yaşayan insanlarımızın genlerinden dolayı büyük bir birikime sahip. Öyle ise Batılı bir anlayış doğrultusunda, bir sıkıntısına, sorununa çözüm bulmak adına bir psikoloğa giden bir vatandaşımızın, ithal bir yaklaşımla yaklaşan bir terapi zaman kaybından başka bir şey olmayacaktır. Ama kendi genlerinin aşina olduğu, kendi kültürel dokusunun aşina olduğu bir sistemle yaklaşıyorsa, bu kabul görecek ve yerini bulacaktır.
Eğer Anadolu’nun silkelenerek yeniden şahlanması isteniyorsa olumsuz telkinden kurtulmalı ve bu toprakların değerlerinden, inançlarından süzerek yepyeni anlayışlar geliştirmeli. Söz konusu hipnozsa, hipnozda da böyle bir anlayış geliştirilmeli. Ben bunların savunucusuyum. Hem eğitimlerde böyle bir hipnoz anlayışı ile eğitim veriyorum hem de böyle bir anlayışla terapi görmek isteyen insanımıza yaklaşıyorum.
Aylık Dergisi: Biz yetim kalmış bir medeniyetin çocukları gibi, boynu bükük, sokaklarda geziyoruz. Maalesef ne Batıya aidiz ne de köklerimizin ne olduğunu biliyoruz…
Eserinizde geçen şu ifâde dikkatimizi çekti; “düşünüyorum o hâlde varım değil, inanıyorum o hâlde varım.” Bu ifâdeniz son derece dikkat çekici.
Mehmet Başkak: Yıllar önce bir hipnoz uzmanının –ki ben kolay kolay kimseye hipnoz uzmanı demem, ama bu anlatacağım kişi gerçekten bu vasfı hakkeden birisi- kitabını okumuş ve oradaki ilginç bir hikayeyi not almıştım. Geçenlerde elime İbn-i Sina’nın bir eseri geçti. Okuyunca çok şaşırdım; yıllar önce okuyup etkilendiğim hipnoz uzmanının eserinden not aldığım o bölüm, yaklaşık bin yıl önce yaşamış olan İbn-i Sina’nın anlatmış olduğu ile yüzde seksen aynı. Adam almış, okumuş, özümsemiş ve kendi sistemini kurmuş. Biz sabahtan akşama kadar bir hazinenin üzerinde oturuyor ve ağzımızı açıp Batıdan medet umuyoruz. Yapsınlar izleyelim, yazsınlar okuyalım, icat etsinler kullanalım, üretsinler tüketelim.
İşte yaklaşık 200-300 yıldır böyle edilgen bir durumdayız ve bu hale inandırılmışız ve hâlihazırda bu telkin devam ediyor. Batı üstündür, bir düşünce meselesi değildir. Batının üstün olduğunu düşünebilir, hatta biz onlardan üstün olduğumuzu da düşünebiliriz. Ama bu var olmamıza yetmiyor. Biz batıdan üstündük düşüncesi bizim var olmamıza yetmiyor, biz batıdan zayıf olduğumuza inandırıldığımız için bu inanç bizim zayıf olarak var olmamıza yetiyor. Az önce Descartes’ten verdiğin örneğe bir de bu açıdan bakmalı: “düşünüyorum o halde varım değil, inanıyorum o halde varım.”
İşte ne zaman ki, biz Batıdan üstündük, büyük bir medeniyetimiz ve erişilmez hazinelerimiz vardı dersek, işte o zaman yeniden dirilebiliriz. İşte “inanıyorsak varız”ın temelinde bu var. Bunun dışında ne düşünsek boş azizim. Ne düşünsek boş! Sadece düşünüyorsak bu sadece bir kuru bilgi yığını oluyor. Ama ne zaman ki hissederiz, işte o zaman bu, kalbî, şuuraltına dönük, yani eyleme ve fiiliyâta dönük bir bilgi olur. Eyleme dönük bir fikir sadece düşünce ile değil, kalp ile birleşmişse –ki şuuraltının anavatanı kalptir- işte o zaman fiiliyâta döner.
İşte ben böyle inanmış bir neslin çoğalması için dua ediyor, böyle bir nesille beraber büyük bir şahlanışın gerçekleşeceğini düşünüyorum. Yoksa ithal bir sinema, ithal bir hipnoz, tek kelime ile ithal bir hayat tarzı ile değil!
Aylık Dergisi: Hocam mevzuuyu bir de teknoloji açısından ele almak istiyorum. Uzaktan elektromanyetik dalgalarla hipnoz meselesine gelmek istiyorum. İnsan hipnoz altında telkine açık hâle gelmesi için alınır. Makineler vasıtasıyla da insanı telkine açık hâle getirmeye çalışıyorlar, meselâ Telegram cihazıyla. Bu aletler, makinalar nerelerde kullanılıyor, Türkiye’deki durumları nedir?
Mehmet Başkak: Türkiye’de aletsiz hipnoz anlaşılmıyor, nerede kaldı teknoloji temelli hipnoz… Mesela benim kendi şahsi web sitemde “hipnoz” kelimesini kullanmam yasaklandı. Her ne halt olursa olsun, yüzünü Batıya çeviren hâkim kültür, nedense hipnoz söz konusu olunca kılını kıpırdatmıyor. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda hipnoz ile ilgili tek kelime geçmez. Ama II. Dünya Savaşı’nın yaralarının yeni yeni sarılmaya başlandığı 1950’li yıllarda hipnoz Amerika tarafından resmen kabul edilir. Ruslar Amerikalılardan önce, İngilizler ise birkaç yıl sonra kabul etmiş. Askerî, istihbarî, sağlık ve eğitim alanlarında kullanıyorlar.
Olimpiyatlara dikkatli bakın! Madalyaların yarısını Ruslar ve Amerikalılar alır. Niçin? Üstün ırk mı onlar? Üstün insan mı onlar? Onlar normal antrenör yanında aynı zamanda mental, yani hipnozdan anlayan ve sporcuları bu şekilde eğitebilen antrenörleri var. İnsanları hipnotik trans altında eğitiyorlar. Mesela Ruslar’ın dil eğitimi, hipnozla öğretilir. Tüm KGB ajanlarına yabancı dil istedikleri aksanla 2-2,5 ayda öğretiliyor. İstihbarat alanında kullanılıyor. Ve bu doğal hipnoz. Benim gibi hipnozu bilen uzmanlarla bu işi yapıyorlar ve uzman yetiştiriyorlar. Bir de bu işi insana bağımlı olmadan yapmanın peşine düşmüşler. Çünkü faydasını görmüşler.
Oysa bizim ülkede Türk Hipnozu kavramına vurgu yapan ve her platformda bunun üzerinde duran ve batı hipnoz birikimini özümseyerek Türkiye’de uygulamaya sokan biri olarak benim çekmediğim sıkıntı kalmadı. Kendi sitemde hipnoz kelimesine ceza verilmesi mesela. Oysa birçok mahkemeden berat etmişim vs… Aynı zamanda hipnoz yapmasında bir sakınca yoktur şeklinde bir beratımız da olmasına rağmen hipnoz kelimesini dahi kullanamayan biriyim. E yasada yeri olmayan şey yasadışıdır!!!
Aylık Dergisi: Hocam, hipnoz bilim çevrelerini rahatsız eden bir olgu. Takdir edersiniz.
Mehmet Başkak: Evet! Benim bu mevzuda yüksek lisansım var. Hocam bana “buraya hipnoz bulaştırma” diyor. Niçin diye sorunca da, “bilimsel değil” diyor. Ben de şunları söyledim; hocam siz bize İngilizce öğrenin, psikoloji bilgi birikimine bu dille ulaşabilirsiniz diyorsunuz. Ben size bir kamyon çalışma getirebilirim İngilizce olarak. Profesörlerin, tıpçıların, dilcilerin… onlar bilim adamı değil mi, profesör değil mi?
Aylık Dergisi: Hocam mesela Aytunç Altındal’da bir televizyon programında bir ülkenin üst yetkilisinden birinden şunları aktarıyor: bizim devlet adamlarımızın şuuraltları dış tehditlere karşı koruma altına alınmıştır. Bunları aktardıktan sonra ekliyor Aytunç Bey; bizimkilerin korumaları da bellerinde silah falan…
Mehmet Başkak: Evet Azizim! Ben de bunlardan bahsediyorum. Türkiye de doğal hipnoza o kadar yasak var. Senin bahsetmiş olduğun aletler gizli tutuluyor. Radyo dalgaları ile beynin belli bölgelerinin etkileme üzerine çeşitli teoriler ve bu konuda yapılan çalışmalar da var. Hatta bunlardan ilkel olanları tıp alanında kullanılıyor. Biorezonans isimli bir alet var, hipnoz uzmanının yaptığının aynısını yapar. Bu alet en ilkel olanı. Bu aletle birkaç seanstan sonra sigarayı bırakan insanlar biliyorum. Yapan arkadaşlarım da var benim. Ayrıca bu en ilkel olanı ve piyasaya açıklananı. Maalesef bu teknoloji hakkında çok az bilgi var. Kırıntılar var maalesef.
Aylık Dergisi: Hocam tıp alanında hipnozun kullanımını anlatır mısınız?
Mehmet Başkak: Biz bir reklam şirketi ile görüşüyoruz. Metinlerini ve broşürlerini biz hazırlayacağız; bilinçaltı teori açısından etkili midir, değil midir diye. Ben ömrümü kötü hipnozu bozmaya yönelik yaşıyorum. “Hak gelir ve batıl zail olur.” İyi hipnoz gelir kötü hipnoz zail olur.
Tıpta kullanımı ise şöyle… Batı da özellikle Amerika’da bunlar yasa ile güvence altına alınmış. Kimlerin vereceği belirlenmiş ve bu sertifikanın nasıl vereceği de belirlenmiştir. Hipnoz müthiş bir davranış değiştirme yöntemidir. Sancısız doğum, diş çekme, kanser ile ilgili müthiş bir etki olarak kullanılır. Tedaviye destek olarak. Böylece ciddi bir fark gözleniyor. Amerika da bu konuda deney yapan bir hipnoz uzmanı yüzde seksen başarı sağlamıştır. Mesela kırık çıkıklarda kullanılabilir. Ne alakası var diyebilirsiniz. Ayağı kırılmış bir vatandaşın moral bakımından çöküşü karşısında morali üst düzey tutularak iyileşme süreci kısaltılabilir.
Aylık Dergisi: Hocam bizdeki dil öğretimi de komik. 20 yılda bir dil öğrenemiyoruz.
Mehmet Başkak: Bizdeki dil öğrenme değil, öğretmeme üzerine temelli. Bizde bu aralar büyük bir kaos var; hipnoz ile İngilizce eğitimi alanında. İnsanlarımızın hem dil öğrenme merakı var ve aynı zamanda hipnoza da büyük bir ilgileri var. Bu ilgiyi sömürmek ve kazanç haline getirmek için piyasada bir sürü insan var. Bize de böyle bir teklif geldi; hipnoz ayağını oluşturalım diye. Projeye baktık ve tamamen kazanmaya dönük bir proje olduğunu anladık. Geçici öğretme illüzyonu üzerine kurulu bir proje. Evet öğretiyor ama kısa süre sonra uçup gidiyor. KGB ajanları 2-2,5 ayda öğreniyorlar bu doğru. Ama bu süre zarfında dışarıdan soyutlanıyorlar vs… Bizdeki gibi 5-7 günde değil. Hatta aksanıyla beraber öğrenirsin ama bunun için gerekli şartlar var. Zaten bir iş piyasaya düşmüşse –bilirsiniz piyasa kelimesi kötüdür-
Aylık Dergisi: Hocam son olarak merak ettiğim bir şey soracağım: Kitabınızda “kelimelerin akustiği” diye bir tamlama geçiyor. Bunu biraz açar mısınız?
Mehmet Başkak: Ben her kelimenin bir canlı olduğunu düşünürüm. Hipnoz, dili kullanma sanatıdır aynı zamanda ve iletişimin zirvesidir. Her kelimenin bir ruhu vardır. Meselâ “kötü bir olayı birisine anlatmaktan imtina ediyorsa”. Bakın burada imtina kelimesi ile kaçınma kelimesinin akustiği arasında fark vardır. İmtina kelimesi, temkinli olma ruhu da oluşturmaktadır. Böyle bir hissiyat uyandırmaktadır. Kaçınma da sadece bir korku, imtina da ise aynı zamanda bir tedbir, bir kontrolü elinde tutma hissiyatı oluşturmaktadır. Eskiler derler ki, kötü bir olayı birisine anlatmaktan bahsederken “şuuyu vukuundan beter” şeklinde bir söz kullanırlarmış. Yani söylenişi o vakıanın meydana gelmesinden daha kötü. Çünkü her kelimenin bir enerjisi vardır. Bu sebeple sağ ayağını atarken “Bismillah” deyince işlerinin iyi gideceğine inanırsın. Çünkü bu kelimenin ayrı bir enerjisi vardır.
İşte her kelime kendi ritmini barındırır. İşte kelimenin bu ritmi, telaffuz edilince dışarıya bu enerjisini yayar. Japon bilim adamı Emoto’nun su üzerinde yapmış olduğu deneyler sanki benim söylemiş olduklarımı kanıtlar mahiyette. Bu adam suya çeşitli kelimeler söylüyor ve suyu şoklayarak moleküllerinin dizilişini fotoğraflıyor. Farklı faklı dillerde bunu dile getiriyor ve moleküllerin farklı farklı dizildiğini görüyor. Peki su tüm dilleri biliyor mu yoksa her kelimenin kendi enerjisi, ritmi mi var? Tabiî ki her kelimenin kendine özgü bir akustiği var.
Aylık Dergisi: Son olarak ne söylemek istersiniz?
Mehmet Başkak: Hipnoz gibi bir konuyla ilgilendiğiniz için teşekkür ederim…
Aylık Dergisi: Asıl biz teşekkür ederiz…

Yazar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir