|
||
![]() |
Mekanik Kainat Tasavvuru ve Makine Mefkuresi | |
Ömer Emre Akcebe | ||
Batı'nın mekanik kâinat tasavvurunun kaynağı evvelâ Nicolaus Copernicus (Kopernik)'a dayanmaktadır. Kopernik, heliosentrik teorisini, yani dünyanın ve diğer gezegenlerin güneşin etrafında döndüğünü açıklamıştır. Kopernik'in teorisi doğrudur da, ne var ki çilesi çekilmemiş anlayışın, neye muhatab olması gerektiğini bilmemesinden ötürü, hakiki mecranı bulamamıştır. Çünkü Kopernik'in bu teoremi ne hocası olan Domenico Noworra'ya aittir, ne de kendisine. İstanbul Üniversitesi'nde, Fatih Sultan Mehmed döneminin astronomu olan Ali Kuşçu ile alâkalı sempozyuma konuşmacı olarak katılan Profesör F. Jamil Ragep'in bahsettiklerine bakılacak olursa, Kopernik, bu bilgileri Ali Kuşçu'nun astronomi ile alâkalı derslerde kullandığı kitabın yazarı olan, Nasreddin El-Tusî'den almıştır. Tus'da doğmuş, sonradan İsmailî olup Alamut Kalesinde ömrünün uzun bir kısmını geçirmiş olan olan El-Tusî'nin 1261'de yazmış olduğu "al-Tadhkira fi’ilm al-hay’a" adlı eserinden faydalanmıştır Kopernik. Biz konumuza dönelim, çilesi çekilmemiş fikir demiştik; Kopernik'in çilesini çekmediği bu fikir, Batı'da kâinatın mekanik çalıştığı intibaını uyandırmıştır. Fikirleri İslâm'a muhatab olmayan, Batı'lı materyalist fikir adamlarınca tasavvur edilen mekanik kâinat tasavvurunun, Batı'nın ilmî inkişafında son derece önemli rol oynadığını söyleyebiliriz.
Bu mekanik kâinat tasavvuru, Johannes Kepler, Galileo Galilei, Rene Descartes gibi Batı'lı fikir adamlarını da etkilemiştir.
Müslüman fikir adamlarından alınan, çilesi çekilmemiş ve hiçbir mücerred mutlak hakikate nisbet edilmemiş fikirlerle yola çıkan Batı tefekkürü, tüm suallerini madde seviyesinde tutmak durumunda kalmıştır. Maddî planın en kıymetli metası olan kemiyette hızla yükselen Batı, aynı hızda keyfiyetleri elinden kaçırmaya mahkûm olmuştur.
Batı İlminin Köklerinde Paganizm
Batı, Engizisyon Kilisesinin tesirinden kendisini kurtarır kurtarmaz, tabiat ve eşya ile alâkalı çalışmalarını hızlandırdı. İlmî ve fikrî olarak İslâm dünyasını bin yıl geriden takib eden Batı, aradaki farkı hızla kapatabilmek adına, tüm keyfiyetleri terk ederek kemiyetlere yöneldiler. Tabiî tüm mesele aradaki farkı hızla kapatmak da değildi; Batı adamının “niçin” sualine aldığı cevablar hep kemiyetleri veriyordu, “nasıl” suali ise, mücerred mutlak hakikatler manzumesine nisbet edilerek sorulması gerektiğinden, Batı için pek de mümkün değildi. Batı, kültürünü, paganizmin plastisitesinden tecrid edemedi. Pagan kültüründen kendisini tecrid edemediği gibi, Hıristiyanlık ile pagan kültürüne sirayet etmesi gerekirken, pagan kültürünün, Hıristiyanlık inancına sirayet etmesine müsaade etti. Bu bakıma, hakikati ilahî bir din olan, İsa Peygamberin dinini, Yunan putperestliğine eş bir biçimde müşahhaslaştırdı. İslâm’ı inkâr ediyor oluşları da, kendilerini “mutlak hakikat”den tecrid etti ve “nasıl” sualine de, İslâm'dan başka muhatab olmamasından ötürü, aklî ilimlerdeki gelişmeler, insanî bir mânâ arz etmekten uzaklaştı.
PLASTİSİTE: Üstad Necib Fazıl, "Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvuru" adlı eserinde; -"Bu âleme dikkatle baktığımız zaman şunu görüyoruz: Eski Yunan (mitoloji)si, aklın, fikrin, vehmin, hayâlin bile içinden çıkamayacağı girift bir (plâstisite), yani eşyanın dış kabartısı, müşahhas bir zemin üzerinde, bir dış âlem rüyası... Hezeyanın da anlamayacağı kadar korkunç, hattâ (estetik) kıymetlere bulanmış, muazzam bir tahayyül cümbüşü..."
Tahayyül edebilmek için insanın birinci dereceden muhtaç olduğu şey suretlerdir. Dünya'da hiç bir kimse yoktur ki, orjinâl bir suret ortaya koyabilsin. Ancak daha önce müşahede ettiği suretlerden çeşitli terkipler yapabilir. Yine Üstad Necib Fazıl'ın ifadesiyle; -"(Plâstik), pazarlarda satılan naylon eşya değil, felsefî mânâda eşyanın dış kabartısı, dış görünüşüdür. Göze hitap edici dış şekiller, renkler, hacimler..."
Plâstisite bahsi bize göre son derece ehemmiyetlidir. İBDA külliyâtında Hakîm'in bize bildirdiği bir husus olarak "yapma varlık" bahsine burada değinelim biraz.
-" Kendisini insan empoze eden varlık, varlığın ruha mukavemet edişidir ve bu karşılıklı tesir içinde insan, ruha mukavemet eden varlığı kavramak için yapma varlığı, yani tekniği meydana getiriyor"...[8]
Burada bahsedilen tekniğin insanlık tarihinde kullanılışını, Âdem Aleyhisselâm'ın etrafındaki varlıkları adlandırmasıyla başladığını ifade edebiliriz. O zaman günümüze kadar nice peygamberlere gelen vahiyler nisbetinde şuur süzgeçleri yenilenmiş, her yenilenen şuur süzgeci ise zaman içerisinde taklidleri vasıtasıyla tahrib edilmiştir. Son din olan İslâm ve son Peygamber olan Allah'ın Habibine değin bu deverân böyle sürüp gitmiştir.
İnsanın insanla ve insanın tabîatla olan ilişkisini, insanın âlemdeki rolü ve gayesini ortaya koyması adına ihtiyaç duyduğu yapma varlığın, bugünün Hıristiyan-Pagan Batı'daki inkişafını makine olarak işaretleyebiliriz.
Makine
Bütün dünyayı düşünecek olursak, onun üzerinde insan bir zerre kadardır; buna mukabil Allah âlemi insan, insanı ise kendi marifetine erişmesi için yaratmıştır. Yine Kur'an'ında “Ben kulumu, eşya ve hadiseleri feth ve teshir etmesi için kendime halife olarak yarattım!” buyurmaktadır.
Eşya ve hadiseleri teshir etmek adına, mümkünat âleminde sonsuz adet vasıta vardır. Abdülhakîm Arvasî Hazretlerinin bildirdiğine göre, insanın dünyaya indirilişinden bugüne kadar geçen süre 313.000 senedir. Hazreti Adem'den bugüne kadar geçen 313.000 yıllık süreyi nazara alacak olursak, insan, eşya ve hadiseleri teshir ve feth etmede pek çok yolu kullandığını düşünebiliriz.. Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu'nun Esatir ve Mitoloji adlı eserinde, Atlantis ve Mu kıtası örneklerine baktığımızda kullanılan pek çok farklı vasıta olduğunu görürüz.
Bugüne kadar ilim madde üzerinden yürümüştür. Madde üzerinden yürüyen ilim, eşya ve mekânın, mânâsıyla alâkalanmaksızın sadece maddi kıymetleriyle ilgilenmiştir. Bu materyalist ilim vesilesiyle de insanın dış dünyayı idrakinin zahirî idrak kuvveti zaviyesine indiğini söyleyebiliriz.
Zahirî idrak kuvvetleri ile idrak edilen dünyada ise, kemiyetlerin egemenliği hasıl olmuştur. Bu durum özellikle iktisadî, askerî ve dolayısıyla siyasi ilimlerin merkezine kemiyeti ve materyalizmi getirmiştir.
Makine ve İktisad: İktisadî ilimler zaviyesinden bakacak olursak; evvelâ ulaşım, tarım ve üretim sektörlerinde, makineleşme vasıtasıyla hızla yol kat edilmiştir. Buhar kazanlı gemilerle okyanuslar aşılmış, henüz keşfedilmemiş diyarların yer altı kaynakları, tıbbî yöntemleri ve kültürleri keşfedilmiştir. Ardından demiryolları vesilesiyle, yeni keşfedilen bu yerlerde mevcud bulunan yer altı ve üstü kaynaklarının nakliye imkânları genişletilmiştir. Meselâ tarım sektöründen örnek vermek gerekirse; traktörden başlayarak, bugünkü elektronik sulama sistemlerine kadar insan gücünü ve maliyetleri azaltan buna mukabil mahsûlü arttıran pek çok teknik geliştirilmiştir.
Tüm bu gelişmeler yaşanırken, iktisadî mânâda, insan kuvvetine dayalı işlerde makinelerin görev almasıyla beraber, insan ihtiyacı dünyanın geniş coğrafyalarında azalmış, buna mukabil ticaret, üretim ve hizmet sektörlerinde artmıştır. Tüm bunlar hızla gerçekleşirken, prensibler sadece ve sadece üretim ve tüketim dengesini korumak üzere belirlenmiştir. Oysa ki tüm bu iktisadî gelişmelerin, içtimaî akislerinin, hiçbir ahlâk manzumesine nisbetle muhasebesi yapılmadan bugünlere gelinmiştir.
Makine ve Askerî Teçhizat: Askerî zaviyeden bakılacak olursa, tek dolumluk tüfeklerden otomatik tüfeklere, tayyarelerden, tahribat gücü yüksek bombalara kadar, bu dönemlerde geliştirilmiştir. Aklı gözünde olan insanlığın, gözündeki aklını almak bir atom bombası yapmak kadar kolay hâle gelmiştir. Lewis Mumford "Makine Efsanesi" adlı eserinde, atom bombasını "megamakine" olarak tanımlamaktadır. Atom Bombasını ilk olarak Amerika, Japonya'nın Hiroşima kentine atmıştır. Atom bombası vesilesiyle meydana gelen tahribat ise sadece Japonya'da değil, bütün dünya ülkelerinde etkili olmuştur.
Atılan bir atom bombasının meydana getirdiği tahribat, makinenin siyasetin en önemli ayaklarından birisi olan askerî kuvvette nelere malik olduğunu 1945 senesinden beri görmekteyiz. Basın-Yayın yoluyla bir atom bombasının meydana getirdiği tahribata 67 senedir, insanlığın büyük kısmı ağzı bir karış açık, bön bön bakmaya devam etmektedir.
Makine ve Siyaset: Pagan topluluklarda krallar ve firavunlar iktidarlarının kaynaklarını tanrı çocukları olmalarına veya bizzat tanrı olmalarına dayandırmaktaydılar. Onlar veya çocukları oldukları tanrılar, cemiyeti her daim gözetler ve cezalandırırlardırdı. Bugün ise iktidarların kaynakları halk olarak işaretlenmekte ve bu durum çok ciddi sıkıntıları da beraberinde getirmektedir.
Demokrasi ile idarede, halkın kendi tercihinin iktidar olduğu bir rejim tahayyül edelim. Burada doğacak en büyük sıkıntı hükümlerle alâkalı olacaktır. İktidara gelenin, yine halka nisbetle hükümler ve kanunlar koyması mümkün olmayacağına, halkın iktidarı ve iktidarın da halkı mutlak bir biçimde denetlemesi söz konusu olmayacağına göre, iktidarın kaynağına bir destek gerekmektedir.
Mevcud iktisadî sistemin devamlılığı için, cemiyetlerin dinî ve ahlakî tüm değerleri neredeyse yok edildiğinden, insanların kontrolünün sağlanabilmesi adına hasıl olan ihtiyaç, yine makineler tarafından karşılanmaktadır.
Bugün globâl mânâda etkili olan iktidarların söylemlerine bakacak olursanız, -sümme hâşâ- kendi kontrollerinde olan makinelere tanrılık atfettiklerini sanırsınız. Bu manipülasyona bir göz atalım:
-"İrtibat cihazları vasıtasıyla yaptığınız tüm görüşmeler denetlenmektedir. Sokaklardaki kameralar vasıtasıyla her an izlenmektesiniz. Son derece süper ötesi uydularımız vasıtasıyla, çekmecelerinize bile bakabiliriz. "
Sanırsınız ki; zamandan ve mekândan münezzeh(!) basireti fevkin fevkinde(!) bir şekilde takib edilmekteyiz. Hata yaparsak da, insansız hava uçakları tarafından bombalanırız. Sanırsınız ki, Yunan Tanrısı Jüpiter aşağıda olup biteni gözetleyip, aşağıya yıldırım yağdırıyor.
Tüm bunlar sistemli bir şekilde kurgulanmış, çok kaliteli bir yalanın parçaları. Feraset sahibi bir Müslümanın -"hadi oradan" diyeceği türden yalanlardır bunlar.
Putperest Batı'nın makine mefkûresi, Allah'ın ve meleklerinin sıfatlarını nasıl putlara atfettilerse, bugün makinelere atfetmektirler. Batı'nın bundan öte gayesi yoktur.
Şimdi fikir diyorlar bildik eski samana Yükseldik sanıyorlar Alçaldıkça tabana! Salih Mirzabeyoğlu - 1986
Aylık Dergisi 90. Sayı |
||
Etiketler: Mekanik, Kainat, Tasavvuru, ve, Makine, Mefkuresi, |
|